Şunun için etiket arşivi: psikoloji

CBT

Bilişsel Davranışçı Psikoterapi dayandığı temel itibarıyla diğer psikoterapi yöntemlerinden farklıdır. Terapi uygulamaları süreç ve içerik olarak yapılandırılmıştır. Kısa sürelidir ve çözüm odaklıdır. Kişinin şuanki sorunlarına odaklanır.

Güncel sorunlar dışında, kişiye hayat boyu kullanabileceği problem çözme becerilerini öğretir. Çarpıtılmış düşünceleri saptamak, yanlış inançları değiştirmek, insanlar ile iyi iletişim kurmak ve davranış değiştirmek temel hedeflerdir.
Bilişsel Davranışçı Terapi’nin dayandığı temel felsefe “insanları olayların kendisi değil, onları nasıl algıladıkları etkiler” fikridir.

Yani olayları “olduğu gibi” değil, “olduğumuz gibi” görürüz.
Otomatik düşünce: Kişinin aklına aniden ve istemsizce gelen, engellenemeyen düşünce ve imajlardır.

Şema: Yaşadığımız dünyaya anlam vermemizi, yeni bilgi ve deneyimlerin daha önceden oluşmuş belirli bir zemin ve yapı içine oturmasını sağlar. Katı ve değişime dirençlidir. İnançların en alt katmanıdır.

Temel inançlar: Bireyin deneyimleri sonucunda kendisi, diğer insanlar ve yaşadığı dünya hakkında geliştirdikleri ilk ve en temel inançlardır.
Değersizlik- Yetersizlik- Başarısızlık- Sevilmeme

Ara inançlar: Tutum, kural, beklenti ve varsayımlar. Şemaların korkulan sonuçlarının oluşmaması için bireyin kullandığı stratejileridir.

 

Sınav Kaygısının Nedenleri ve Belirtileri

Sınav Kaygısının Nedenleri

  • Yeterince hazırlanamamış olmak
  • Sınavdan önceki gece aşırı yüklenerek çalışmak
  • Sınav konularını iyi organize edememek
  • Ders çalışma alışkanlıklarının iyi gelişmemiş olması
  • Geçmiş sınav performansları ile ilgili olumsuz düşünceler
  • Hata yapmanın getireceği olumsuz sonuçlar
  • “Diğerleri ne yapıyor” düşüncesi

 

Sınav Kaygısının Belirtileri

  • Zihinsel:

Kötü senaryolar (kötü not alacağım, mezun olamayacağım vb.),

Kendini aşırı gözlemleme,

Unutkanlık,

Odaklanmada ve düşünceleri organize etmede güçlük

  • Fiziksel:

Kalp atışının hızlanması,

Nefes alıp verişin hızlanması,

Kaslarda gerginlik,

Titreme,

Terleme,

Mide ağrısı,

Ateş basması,

Baş dönmesi,

Bulantı,

El terlemesi

  • Davranışsal:

Sınavı yarıda bırakma,

Sınava girmeme,

Sınavda performans gösterememe,

Ders çalışmayı erteleme,

Ders çalışmama

  • Duygusal:

Heyecan,

Gerginlik,

Endişe,

Sinirlilik,

Karamsarlık,

Korku,

Panik,

Kontrol yitirme,

Çaresizlik

Araştırmacılar, sınav başarısının düşmesinde endişe faktörünün etkisinin, yoğun fiziksel uyarıma oranla daha fazla olduğunu belirtmektedirler. Çünkü sınav kaygısının sınav sırasında yarattığı olumsuz ve ketleyici etkinin odağı dikkat mekanizmasıdır. Kişinin, potansiyelini ortaya koyabilmesi için sınav sırasında dikkatinin tümünü sınav sorularına yöneltmesi gerekir. Ancak sınav kaygısı yüksek olan kişilerin yaşadığı endişe, dikkatin bölünmesine ve sınavla ilgili olmayan şeylere yönelmesine neden olur. Öğrenci, dikkatini sınava vermekte güçlük çeker ve dikkat, sınav soruları ile kişinin kendi performansına ilişkin yorum ve değerlendirmeleri arasında bölünür. Bir süre sonra öğrenci, dikkatinin çoğunu akademik başarısıyla ilgili olumsuz yorum ve değerlendirmelere yöneltir. Başarısından kuşku duyar ve diğerlerinin kendisinden daha üstün performans göstereceğini düşünür. Böylece sınava odaklanması gereken zihinsel enerji, hedefinden uzaklaşıp, dağılır ve öğrencinin gösterdiği performans, potansiyelinin çok altına düşer.

Sınav Kaygısı

  • Eyvah, yine sınav yaklaşıyor ve ben çalışmamı yetiştiremeyeceğim!…
  • Bu sınavda başarısız olacağım ve herkes aptal olduğumu düşünecek!
  • Çalıştığım halde kendimi yeterli görmüyorum!
  • Zaman kalmadı. Hiçbir şey bilmiyorum, herkes çalışmasını bitirmiştir…
  • Sınav günü geldi ve ben çalışmış olsam da nasıl olsa her şeyi birbirine karıştıracağım!…
  • Eğer bu sınavda ortalamanın altında kalırsam her şey berbat olur, sınıfta kalabilirim, atılabilirim; hayatım mahvolur!
  • Sınav soruları kolay görünüyor ama herhâlde bir şey bilmediğim için bana öyle geliyor…
  • Benden daha iyiler olduğuna göre neden sınav kâğıdını ilk ben veriyorum? Sorular bu kadar kolay olamaz. Ben yanlış yapmış olmalıyım…

Eğer bu cümleler sizin kendinize sık sık tekrar ettiğiniz ifadelere benziyorsa genellikle olumsuz ve kendinizi yenilgiye uğratan bir düşünce tarzı içindesiniz demektir. Büyük bir olasılıkla sınav sonrasında kendinizi, bildiklerinizi yapamamakla, dikkatsizlikle, süreyi iyi kullanamamakla ve doğru yaptığınız soruları sonradan değiştirmekle suçlarsınız. Bütün bunlar, gerçek dışı ve olumsuz beklentilerinizin, potansiyelinizi kullanmanıza engel olması sonucunda ortaya çıkar. Hepimiz sınavlardan ya da hayatımızdaki diğer önemli olaylardan önce biraz gerginlik yaşarız. Biraz kaygı bizi motive edebilir ancak kaygının artması sınava hazırlanmamızı ve sınav sırasındaki performansımızı olumsuz yönde etkiliyorsa, problem haline gelebilir.

Bu durumla başa çıkmakta zorlandığınızda veya performansınızın olumlu yönde değişmesini arzuluyorsanız psikolojik danışmanlık ve rehberlik alanında eğitim danışmanlarından destek almanızda fayda var.

psikod

Psikodrama ,
Psikodrama Jakop Levy Monero’nun ilk kez Viyana’da anneleri ya da bakıcılarıyla parklara gelen çocukları izlerken onların bu alanda bir öğretmene ihtiyaç duyduğunu belirlemesi ve çevresine toplanan çocuklara şaşırtıcı ve düş gücünü yakalayan masallar anlatmasıyla kavram olarak ortaya çıkmıştır.
Monero çocukların birbirlerine olan düşmanca kıskançça duygularından bu öyküler ve hayallerini doğal olarak oynayarak kurtulduklarını görür ve dramanın bir terapi olduğuna karar vererek (Teather Of Spentanity) ‘Doğallığın Tiyatrosu’ adını verdiği tiyatrosunu kurar ve bu tiyatro Psikodrama Tiyatrosuna öncülük eder.
Psikodrama kişilik, kişiler arası ilişki, çatışma ve duygu sorunlarının özel dramatik yöntemlerle keşfedildiği bir grup yöntemidir. İnsanların çoğu yaşamları boyunca bir şey söylüyor, başka bir şey düşünüyor, üçüncü bir şeyi hissediyor ve sonuçta bu üçüyle de ilişkisi olmayan bir şey yapıyor. Bunun sonucu insan ruhu hırpalanıyor, stres ve parçalanmaya geliyor. Psikodramanın amacı insanların söz düşünce ve davranışlarında tutarlı olmalarına yardımcı olmaktır. Bir başka amacı da kendimize ve başkalarına karşı açık ve tutarlı olmayı kolaylaştırmaktır.
Psikodramanın en önemli amaçlarından biri de bireylerde katarsis elde etme ve içgörü kazanmaları yoluyla psikolojik gelişimlerinin sağlanması ve böylece tedavi edilmeleridir. Psikodramanın, bir terapi tekniği olarak uzman kişilerce, özellikle bu konuda eğitim almış psikologlar tarafından uygulanması gerekir.
Eğitici Drama
Pedagojik drama olarak da adlandırılır. Çocuğun hemen her konuda eğitiminde kullanılan bir tekniktir. Bu nedenle diğer iki drama türünü de belirli oranlarda içine alır. Çünkü eğitici drama, çocuğun psikolojik yapı ve psikolojik yaşantılar konusunda bilinçlenmesini de, özel bir yetenek olarak yaratıcılığı kazanmasını da amaçlar. Eğitici drama ile yaratıcı drama arasındaki en önemli fark, eğitici dramanın amacının oyun yaratmak olmaması ve çocukların konuya eğitim amaçlı olarak katılmalarıdır.
Yaratıcı Drama
Çocukların yaratıcılık özelliğini geliştirmek ve oyun yoluyla düş güçlerini harekete geçirmek için çocuklarla yapılan drama etkinliklerine yaratıcı drama denir.
Çocuklar da yetişkinlerin yaşadığı dünyada yaşamaktadırlar ve onların da yetişkinler gibi duyguları, düşünceleri ve tarzları vardır. Bunların oluşumunda hiç kuşkusuz çevresindeki yetişkinleri örnek alırlar. Oysa çocukların yetişkinleri örnek almasından çok yaşam konusunda deneyime ihtiyaçları vardır. İşte bu noktada çocukların en çok yaptıkları şey, oyun, çok önemli bir yere sahiptir. Çocuklar yaşama dair birçok şeyi oyun oynarken öğrenirler ve bu öğrenmeler yaparak-yaşayarak olduğu için de son derece etkili ve kalıcı olmaktadır.
Araştırmacı Arthur T. Jershild, çocukların oyun sırasında oyunlar aracılığıyla kendi güçlerini sınadıklarını, atılıma giriştiklerini, kendi çizdikleri sınırlar içinde rekabet ettiklerini, oyunda kaybetseler bile bunu kabullendiklerini, bu nedenle oyunların toplumsallaşma sürecinde önemli etmen olduğunu vurgulamaktadır.
Yaratıcı drama, oyunlar kurarak çocuğa yaşantılar yoluyla yeni durumlara ve olaylara sağlıklı tepki vermesi ya da uyum sağlaması konusunda yardım etme sürecidir. Bu bakımdan yaratıcı drama çocuğun oyunlar yoluyla edindiği yaşama dair deneyimlerin doğru ve yerinde deneyimler olması için kontrol altında, önceden tasarlanmış ve bu konuda deneyimli kişiler tarafından yönlendirilerek yapılan bir etkinlik olmalıdır.
Çocuklar, gençler ya da yetişkinlerle yapılan dramanın klasik sınıflandırılmasında ısınma ve rahatlama, rol oynama ve pandomim, oluşum ve değerlendirme aşamaları yer alır.

lg

Homofobi Nedir?

“Homofobi” kavramı ilk kez 1972 yılında G. Weinberg tarafından “homoseksüel bireylerin mantıksız ve şiddet, ayrımcılık ve mahrumiyet yaratacak şekilde suçlanmasıdır” anlamında kullanılmıştır. Bazıları için bu kavram insanların cinsel kimlikleri nedeni ile yaşadığı baskının genişliğini anlatmaya yetmemektedir. Psikolojide fobi genelde mantıklı temeli olmayan bir korkuyu anlatır. Homofobi ise mantıksız bir korku olmaktan öte şiddet ve suistimale yol açan bir önyargıdır. Alternatif kelimeler olarak gay ve/veya lezbiyen nefreti, cinsel oryantalizm (ırkçılık ve seksizm) ve heteroseksizm kullanılabilir. Blumenfeld 1992′de heteroseksizm’i şöyle tanımlamıştır; “hem heteroseksüelliğin tek kabul edilebilir cinsel yönelim olduğu inancı, hem de kendi cinsine sevgi ve cinsel arzu duyan kişilerden korkma ve nefret etme” olarak tanımlanmıştır. Heteroseksizm önyargı, ayrımcılık, taciz ve şiddete yol açar. Korku ve nefret ile beslenir. Heteroseksizm hem kültürel olarak heteroseksüelliğin öne çıkarılmasını hem de homofobi olarak nitelendiren korkuları içerir. Homofobi tanımının daha sık kullanılması medya ve gruplarca büyük ölçüde benimsenmiş olmasıdır. Blumenfeld’e göre:
Hepimiz (diğer pek çok baskı formlarından biri olan) homofobi ismi verilen büyük bir kirliliğin içinde doğduk ve bu üzerimize bir asit yağmuru gibi yağıyor. Bazı insanların ruhlarını dibine kadar eritirken, diğerlerine yüzeysel olarak yaralayabilir ancak kimse ondan kaçamaz. Suçlu biz değiliz. Bu kirliliğin oluşmasında rolümüz olmadığı gibi bunun üzerine yağmasını da biz istemedik. Diğe taraftan hepimiz suçluyuz, birleşip yaşadığımız bu homofobik ortamın parçalayıcı etkisinden kendimizi koruyacak bir ortam inşa edemediğimiz için. Bu kirliliği temizleyecek adımlar attığımızda hepimiz daha rahat nefes alacağız.
70′lerden sonra homofobi eşcinsellere olan negatif duygular için daha sık kullanılan bir kelime olmuştur. 1988 yılında Audrey Lorde homofobiyi şu şekilde tanımladı; “kendi cinsiyetine sevgi duymaktan ölesiye korkmak ve bu sevgiyi duyanlardan da nefret etmek”. Oesterrich’e göre tüm tanımlar birlikte “heteronormativite” bir kültürü tanımlıyor, yani “toplum, politika ve ekonomi sistemlerinin erkek ve kadınların çiftler oluşturması üzerine kurulması… Sonuç olarak heteronormativite kimin vatandaş sayılıp hangi hukuki ve demokratik haklardan faydalanabileceğini bu çiftleşmeden belirler”. Topluma göre cinsiyet “ya biri ya öteki” olarak kabul edilir; bir birey ya erkek ya da kadındır. Arada bir durum yoktur. Cinsiyet normunun dışına çıkmak sterotipleme ve yaftalama ile sosyal cezalandırılır. Yaftanın daha sıkı tutması için “anormallikler” abartılır – eşcinsel erkekler efemine, eşcinsel kadınlar ise erkeksidir. Homofobi cinsiyetlerin ikileştirilmesinin toplumun içine geçmiş olmasının bir sonucudur.
Psikoanalist Donald Moss homofobinin özellikle erkekler tarafından nasıl içselleştirildiğini şöyle anlatır; “aşırı ve dayanılmaz fikirler yaratması – eşcinseller için intihara meyilli, heteroseksüeller için şiddete meyilli”. Moss eşcinsellerin kendilerine uygun yaşam biçimleri yaratırken heteronormativite nedeni ile yaşadıkları bölünmeleri anlatır. Moss’a göre paradoksal olarak eşcinsel ve lezbiyenler sevgi alıp verdiklerinde ilişkiler yaşayabilir. Diğer tüm insanlar gibi sevgiye ihtiyaç duyarlar. Cinsellikle ilgili kültürümüze entegre olmuş negatif duygular onlarda cinselliklerinden tiksinmi duygusu yaratır. Ancak insan olarak sevgiye duydukları ihtiyaç cinselliklerini yaşamaya iter. “Kişi kendinden istedikleri için dolayısı ile olduğu kişi için nefret eder… Kişinin ne istediğinin ve kim olmak istediğinin peşinden gitmesi tekrarlanan yeminlere ve hayal kırıklıklarına neden olur. Sevgi özgürleştireceğine lanetler.” (Moss, 2003) Eğer birey bu duyguları aşamazsa intihara gider.
HOMOFOBİ VE ŞİDDET
Ulusal Eşcinsel Görev Gücünün (National Gay Task Force) 1984 çalışmasına göre erkek eşcinsellerin %90′ı, kadın eşcinsellerin %75′i cinsel yönelimleri nedeni ile sözel tacize maruz kaldılar. Toplamda %50’si de fiziksel tacize maruz kaldı. Şiddet Karşıtı Cemiyete (Community Against Volence) göre eşcinsel ve lezbiyenlere karşı işlenen nefret suçları 1991 ve 1995 arasında %35 arttı. Cullen, Wright ve Alessandri homofobiyi etkileyen bazı değişkenleri ortaya koyuyor: bireyin geleneksel cinsiyet rollerine olan bağlılığı, dine olan bağlılığı, dini, eşcinsel kadın ve erkeklerle arkadaşlık kurup kurmadığı ve empati derecesi. Geleneksel cinsiyet rollerine bağlılık duyanlar – imkansız olmasa da – bu tarz cinsel kimliklere tolere etmeyi çok zor bulabilirler.
Araştırmalara göre heteroseksüel erkeklerin eşcinsellere karşı olan saldırganlığı heteroseksüel kadınlardan daha yüksektir (Herek, 1988). Herek’e göre bunun nedeni kadınlarla erkeklerin farklı tecrübeelri olmasıdır. “Farklı” olan erkekelri redderek erkekler kendi maskülenliklerini onaylamaktadır. Heteroseksüel kadınlar ise lezbiyen ve geylerin varlığını kendi cinsel kimlikleri için bir tehdit olarak görmemektedir. Eşcinsellere karşı daha az saldırgan oldukları için kadınlar eşcinsellerle kişisel olarak daha çok ilişki içinde olur. İlişki içinde olmak ve kişise tanıma homofobi seviyesini fazlası ile azaltmaktadır. Eşcinsellerle kişisel ilişki kuranlardaki homofobi oranı kurmayanlara göre çok düşüktür çünkü bu kişiler eşcinseller ilgili sterotiplerin doğru olmadığını birinci elde görmüştür. İletişim ayrıca eşcinsellerin tanınmasında ve anlaşılmasında, dolayısı ile farklılıklardan doğan endişenin azalmasına neden olur.
HETERONORMATİVİTENİN NEDEN OLDUĞU HOMOFOBİ HERKESİ İNCİTİR
Blumenfeld’e göre cinsel azınlıklar Amerika’daki en nefret edilen azınlıktır. Batı toplumunun dünyadaki diğer toplumlara göre biraz daha açık fikirli olduğunu kabul edersek bu diğer ülke ve kültürlerde homoseksüellerin durumu için korkutucu bir sonuç doğurur. Blumenfeld terminolojideki paradoksu şöyle anlatıyor; “…toplumun çoğunluğuna göre aynını sevmek (homo-seksüellik) sizi farklı yaparken, farklıyı sevmek (hetero-seksüellik) sizi aynı yapar.”
Homofobi iki seviyede topluma zarar verir: azınlık gruplarına negatif duyguları arttırarak dışlanma, hukuki hakların dışında tutma ve fiziksel şiddete dönüşür. Sürekli bunlara maruz kalan bireyler diğer insanların negatif duygularını içselleştirir. Böylece bu bireylerin duygusal gelişimi de engellenir ve psikolojileri hasar görür. Blumenfeld homofobiyi dört farklı seviyede anlatır:
– Kişisel homofobi cinsel azınlıkların ya acınması (çünkü durumları hakkında birşey yapamamaktadırlar) ya da nefret edilmesi (çünkü psikolojik ya da genetik olarak bozukturlar, doğanın karşısındadırlar, ahlak dışıdırlar, günahkardırlar ya da iğrendiricidirler) kişiler olarak algılanmasıdır.
– Kişilerarası homofobi bireyler arasındaki ilişkinin önyargı ile yönlendirilmesidir. Bu da ayrımcılığa yol açar. Yaftalamak, şakalar yapmak, şiddete dönüşen sözel ya da fiziksel tacizler buna örneklerdir. Ayrımcılık cinsel kimliğe bağlı olarak aile, arkadaşlar ve iş ortamında olabilir.
– Kurumsal homofobi devlet, iş, eğitim ve dini kurumlarda yaşanan ayrımcılıktır. Bu ayrımcılık genellikle hukuk ile hayata geçer. Örneğin bazı kiliseler aktif olarak eşcinselleri cemaatlerinden çıkarır ve eşcinsellik karşıtı çalışmalar yapar.
– Kültürel homofobi toplumun sosyal normalarının ayrımcılık ve baskı yaratmasıdır. Cinsel azınlıklar toplumsal kültür içinde mümkün olduğu kadar görünmez kılınmaya çalışılır. Tarihteki cinsel azınlıklar kayıta alınmaz ya da tarihteki ünlü kişilerin cinsel kimliklerine atıfta bulunulmaz. Cinsel azınlıklar sosyal kontrol için mümkün olduğunda sterotipleştirilir ve yaftalanır.
Oluşan baskı baskıcıların kendilerini ya da değer sistemlerini korumak, baskı gören grubun sahip olmadığı önceliklere sahip olmak gibi yapay avantajlar yaratsa da baskıcılar da ortadaki baskıdan zarar görür.
Blumenfeld homofobinin tüm insanlara olan zararlarını listeler. Homofobi sadece çok kalıplaşmış cinsiyet rollerini kabul eder. Bu rollere uymayan kişiler (heteroseksüel olsalar dahi) yaratıcılıkları ve kendilerini ifade şekilleri için cezalandırılır. Yaşamın zenginliği ve insan cinselliğinin çeşitliliği göz önüne alındığında sınırlı cinsiyet rolleri bu çeşitliliği yansıtmamaktır.
Homofobik davranışlar insanları diğer insanlardan nefret etmeye, onları reddetmeye ve yargılamaya, sonuç olarak da zarar vermeye iter. Bu kişilerin inanç ve hayat filozofilerine karşı ise bireyin içinde psikolojik ve ruhsal çelişkiler yaratabilir ve bireyin ruhsal ve psikolojik bütünlüğü bozar.
Homofobi bireylerin kendi cinsiyetinden bireylerle olan ilişkilerinde sınırlamalar ve rahatsızlıklar yaratmaktadır. Bu bireylerin kişisel hayatlarını ve sosyal destek sistelerini zayıflatır. Bekar kişiler bundan etkilenebilecekleri gibi evli olan ancak evlilikte aradığı sıcaklığı ve desteği bulamayanlar da etkilenir, başka kaynağa yönelemedikleri için izolasyon ve yalnızlığa itilir. İyi evliliklerde bile çiftler izole olabilir.
Homofobi sosyal iletişimi sınırlar. Blumenfeld’e göre “İnançları ne olursa olsun aileler lezbiyen, gey, biseksüel ve transcinsiyet çocuklar doğurmaya devam edecek. Politik sağ eşcinselliğin geleneksel çekirdek aileye zarar verdiğini iddia etmektedir. Gerçekte homofobi ailelerin ve aile bireylerinin arasındaki ilişkiyi zayıflatmakta ve bozmaktadır.” Bir çocuğun ailesi tarafından reddedilmek korkusu ile eşcinsel olduğunu gizlemek zorunda kalmasının aileye bir faydası olamaz. Bunlar homofobinin sonuçlarıdır.
Homofobi sadece cinsel kimliği farklı olanı damgalanmaya, sessizliğe ve hedef gösterme itmekle kalmaz. Farklı olana karşı pozitif davranış gösterme taraftarı olanları da dışlar. Kişiselerde homofobi geleneksel değerlere destek vermeyenlere karşı avlara dönüşmüştür.
Feministlerin söylediği gibi nasıl ki seksizm insanlık nüfusunun yarısının insanlığa katkısını yok ediyorsa, homofobi de cinsel azınlığa ait pek çok yetenekli ve yaratıcı insanın insanlığa katkısını reddetmektedir.
Homofobi çeşitliliğe tolerans göstermez. Blumenfeld’e göre “Homofobi bütün çeşitlilik anlayışını reddeder, yani dominant kültür akımının dışında kalan herkesi eninde sonunda hedef tahtasına alır. Bu nedenle birimiz bir özelliğimizden dolayı aşağılandığında aslında hepimiz aşağılanırız.”
Homofobi negatif davranış, negatif tavır ve nefret demektir. Negatifliğe çok fazla enerji akar. Bu enerji çok daha iyi yerlere harcanabilir.

tart

  • Problemi paylaştığınız kişiyle özel görüşün.
  • Sakin olmaya gayret edin ve iyi niyetinizi koruyun.
  • Problemleri teker teker ele alın. Olayların hepsini bir kerede çözümlemeye çalışmayın.
  • Geçmişe değil bugüne odaklanın. Geçmiş hayal kırıklıkları değiştirilemez. Olayı yaşadığınız anda kalın, üzüntüye neden olan eski olayları deşmeyin.
  • İncindiğiniz durumu, kızgınlıklarınızı söylerken ne istemediğiniz üzerinde değil, ne istediğiniz üzerinde konuşun. “Yüksek sesle müzik dinlemeni istemiyorum” yerine “Daha sessiz bir ortamda uyumak istiyorum” gibi.
  • Duygularınızı paylaşın.
  • Olayları kişisel almayın.
  • Bilerek, bilinen zayıflıklar veya hassas konular üzerinde durmaktan kaçının.
  • Tehditkâr olmayın sadece ne istediğinizi dile getirin.
  • Birbirinize saldırmaktan kaçının, davranışları tartışın kişilikleri değil.
  • Herkesin kendini savunması ve bakış açısını anlatması için şans tanıyın.
  • Eğer hatalıysanız kabul edin!
  • Zor durumları çözümlemek için zamana ihtiyacınız olacağını unutmayın.
  • Anlaşmazlıklarda zaman zaman tam olmayan çözümleri kabul etmeniz gerekebileceğini unutmayın.
  • Eğer duygularınızı ifade etmekte çok zorlanıyorsanız duygularınızı not veya mektup olarak yazmayı deneyin.

Her gün ismini ve yaşını bilmediğimiz çocuklar aile bireyleri tarafından fiziksel, cinsel ya da duygusal ihmal veya istismara uğruyor. Medya aracılığı ile duyduklarınızdan, gördüklerinizden başka nice içe atılmış öyküler, sessiz çığlıklar, kabus dolu günler yaşanıyor.
Bütün bu gerçeklerle kaçarak değil, bilgilenerek ve etrafımızı doğru bilgi ile buluşturarak savaşabiliriz. Çocuklarımızı korumanın tek yolu eğitim.

CHILD-ABDUCTION-388

Çocuğuma cinsel bilgiler verirken nelere dikkat etmeliyim?
Çocuklarınıza cinsel eğitim verirken ya da onun sorduğu bir soruyu cevaplarken,
o Çocuktan talep geldiği zaman veya ana-baba gereksinim duyulduğunu hissettiği zaman verilen bilgi en uygunudur. 3 yaşından itibaren doğru bilgi ile çocuk buluşmalıdır.
o Çocuğun gelişim dönemine uygun bilgilendirme yapılmalıdır. Yaşından fazla bilgi çocukta kafa karışıklığı yapabilir.
o Kısa, gerçek ve net cevaplar vermelisiniz.
o Yetişkinin beden dili, konuşulanların içeriğinden ve kullanılan dilden daha önemlidir. Bu nedenle konuşurken yüz ifadenize, ses tonunuza dikkat etmelisiniz.
o Bilgi veren yetişkinle özdeşim, duygusal olgunluğu kolaylaştırdığı için kız çocuğuna annenin, erkek çocuğuna ise babanın bilgi vermesi daha doğaldır.
o Gebelik ve doğumla ilgili bilgilendirmede, acılar ve sıkıntılar değil anne olmanın güzelliği anlatılmalıdır.
o Cinsel organlar çeşitli adlandırmalar ile değil “vajina”, “penis” , “testis”, “meme” gibi bilimsel adları ile öğretilmelidir.
o Erkek çocuğa, penise sahip olmanın bir üstünlük olmadığı yetişkinlerin bu organa odaklanmayıp doğal olarak algılamalarıyla öğretilebilir.
o Çocuğun ana-babasının vücudunu görmek ister. Bunu doğal olarak kabul etmek gerekir. Çocuk ne kadar küçük yaşta anne baba farkını görürse o kadar az soru sorma ihtiyacı hisseder.
o Reddetme ve azarlama tepkileri gösterilmemelidir. Çocuk kendini suçlu hissetmemelidir.
o 3-4 yaşından sonra cinsiyete uygun olarak giydirme ve rol beklentileri geliştirme, oyuncak seçimi, cinsel kimliğe uygun ebeveyn ile iletişim önem kazanır.
o Çocuğa cinsel organını keşfederken, bunu herkesin önünde uygun olmadığı anlatılmalıdır. Çocuğa vücuduna sahip çıkabileceği, başkalarının dokunma isteğine hayır diye cevap vereceği anlatılmalıdır.
o Özellikle de çocuğa kendisinden büyük kişilerin cinsel organına dokunmasının uygun olmadığı anlatılmalıdır.
o Cinsel istismara (saldırı, tecavüz, vb.) uğradığında hemen kendisini anlayabilecek, destek ve yardımcı olabilecek bir yakını ile bu durumu paylaşmalıdır.

bağımlılık

Fiziksel Bağımlılık

Fiziksel bağımlılık, maddenin varlığına karşın duyulan fizyolojik bir istektir. Beden maddeye karşı bir uyum geliştirir. Merkezi sinir sistemi hücrelerinin normal görevlerini yapabilmeleri için alışılan maddeye sürekli ihtiyaç duyulması halidir. Alışılan maddenin alınmaması halinde vücutta ortaya çıkan belirtilere yoksunluk belirtisi adı verilir. Fiziksel bağımlılıkta yoksunluk belirtileri ölüme yol açacak kadar şiddetli olabilir.

Psikolojik Bağımlılık

Psikolojik bağımlılık ise gereksinimlerini tatmin etme, doyum ve haz alma amacıyla maddeye düşkünlüktür. Keyif verici maddeyi belirli aralıklarla alma isteği duyulmasına denir. Kişi maddenin yokluğuna bağlı huzursuzluk duyar.

Araştırmalar ergenlik ve erken yetişkinlik dönemindeki bireylerin madde bağımlılığına daha yatkın olduğunu göstermektedir. Bunun sebepleri;

-Ergenler ve genç yetişkinlerin maddeyi deneme ve maddeye bağımlı olma oranlarının yetişkinlere göre daha fazla olması

-Yetişkinlerde saptanan bağımlılığın başlangıcının ergenliğe veya erken yetişkinliğe dayanması

-Madde kullanımına ne kadar erken başlanırsa bağımlılığın o kadar şiddetli olması

*Özellikle ergenlik döneminde sigara ve alkol kullanımı genelde otoriteye başkaldırışın sembolik ifadesi olarak başlar

Risk Faktörleri

Cinsiyet (erkeklerde daha yaygın)

Psikopatoloji (Bipolar bozukluk ve depresyon, Şizofreni, Sosyal fobi, Panik bozukluk, Travma sonrası stres bozukluğu)

Aile öyküsü (genetik yatkınlık, ebeveynlerin madde kullanımı)

Sosyal çevre (Maddeye ulaşılabilirlik, maliyet, arkadaş ortamı)

Bireysel öz geçmiş (bağımlılık geçmişi, maddenin pozitif pekiştirici etkisi, çocukluk çağı travmaları)

Koruyucu Yaklaşımlar

  • Birincil Koruyucu Yaklaşım

Yaşamı boyunca hiç madde ile karşılaşmamış kişilerin bu maddeleri kullanmaya başlamasını engellemek amacı ile yapılan çalışmalardır

(Bilgilendirme toplantıları, konferanslar, seminerler vs)

  • İkincil Koruyucu Yaklaşım

Madde kullanmaya başlamış ancak bağımlı hale gelmemiş kişilerin bağımlı hale gelmesini önlemek amacı ile yapılan çalışmalardır

(Kişinin kendi durumunu değerlendirmesini, kendisine   yardımcı olunabileceğini kavramasını sağlamak, sağlık kurumlarına başvurabileceğini öğretmek vs)

  • Üçüncül Koruyucu Yaklaşım

Belirli bir süre madde kullanarak madde bağımlısı haline gelmiş kişilerin tedavisinin sağlanarak geriye dönüşü olmayan sosyal ve tıbbi kayıplardan korumak, ölümü engellemek için yapılan çalışmalardır

(Ayaktan veya yatarak tedavi vs)

İnternet ve Teknoloji Bağımlılığı

İnternet ve teknoloji bağımlılığı da aynen diğer bağımlılıklarda olduğu gibi kişinin kendi iradesi ile kontrol edemediği, kendini o davranışı yapmaktan alıkoyamadığı ve bağımlısı olduğu teknolojik ürüne ulaşamadığında yoksunluk yaşadığı bir durum olarak tanımlanabilir.

-internette geçirilen süre giderek artıyorsa

-internette geçirilen süre kısıtlanmaya çalışıldığı halde bir türlü başarılamıyorsa

-internet kullanımı azaltıldığında veya kısıtlandığında sinirlilik/huzursuzluk oluyorsa

-internete girebilmek için bahane uyduruluyorsa

-internette geçirilen süre içerisinde yeme, içme, tuvalete gitme gibi fizyolojik ihtiyaçlar erteleniyorsa

-internette vakit geçirebilmek adına iş, aile, okul hayatı aksatılıyorsa bağımlılıktan söz edilebilir.

İnternet ve teknoloji bağımlılığı olan kişilerde sosyal fobi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, depresyon, alkol ve madde bağımlılığı gibi rahatsızlıkların daha sık gözlendiği bilinmektedir.

Ailelere Öneriler

-Dinleyin, konuşun

-Yargılamayın

-Tehdit etmeyin

-Sorgulamayın

-Öğüt ve emir vermeyin

-Örnek olun

-Açık olun

-Öğrenmesine yardım edin

-Arkadaşlarını tanıyın

-Hayır demeyi öğretin

-Sevin ve sayın

superman

Mükemmeliyetçilik gerçekçi olmayan, aşırı yüksek amaçlara ulaşmayı amaçlayan ve kişiye zarar veren bir düşünce ve duygular bütünüdür. Mükemmeliyetçilik toplumumuz tarafından ne yazık ki başarı için gerekli ve arzu edilen bir durum olarak algılanır. Oysaki mükemmel olma isteği hem kişisel tatmini zedeleyen hem de başarısızlığa sebep olan bir durumdur. Mükemmeliyetçiler ulaşılamaz amaçlar belirlerler. Mükemmele ulaşmak için yaratılan sürekli baskı, üretkenliği ve verimliliği azaltır. Bunun sonucunda;

-Aşırı yüksek hedefler ve baskı sonucunda başarısızlık kaçınılmazdır.

-Sürekli başarısızlık suçluluk duygusu yaratır.

-Kaygı problemleri depresyona yol açabilir.

-Hayattan tat alınamamaya başlanır.

Mükemmeliyetçi kişi kendisine ulaşamayacağı yükseklikte ve gerçek dışı standartlar koyar. Kendini insafsızca zorlayarak, bu ulaşılmaz hedeflere ulaşmaya çalışır. Mücadeleci biri kendine yüksek standartlar koyar ama çabaladığı şeye ulaşma olasılığı vardır. Mükemmeliyetçi kişinin çabaları, kendini yenilgiye uğratan türdendir: Hiçbir şey, hiçbir zaman “yeterince” iyi değildir ve bu yüzden de hiçbir zaman, başarıya bağlı bir doyum yaşaması mümkün değildir. Mücadeleci kişinin çabaları ise kendini geliştiren türdendir: Kendisine koyduğu o yüksek ve anlamlı hedefe ulaşamasa bile, sırf denediği için bir doyum sağlanabilir. Mükemmeliyetçi insanlar etraflarından onaylanmama ve reddedilme korkusu içindedirler.

Mükemmeliyetçilikle İlgili Bilinen Yanlış Düşünceler

-Eğer mükemmeliyetçi olmasaydım bugünkü başarımı yakalayamayacaktım.

-İşleri bitirenler mükemmeliyetçilerdir. Doğru bir biçimde yapanlar da onlardır.

-Mükemmeliyetçiler başarıya giden yolda önlerine çıkan tüm engelleri aşabilecek kararlıkta ve güçtedirler.

-Mükemmeliyetçiler başkalarını mutlu etmek için, olabileceklerinin en iyisini olmak için uğraşırlar.

Mükemmeliyetçiliğin Nedenleri

-Başarısızlık korkusu

-Hata yapma korkusu

-Onaylanmama korkusu

-Ya hep ya hiç

– “-meli/-malı”lara çok önem verme

– Diğerlerinin çok kolay başarıya ulaştıklarına inanma

Psikiyatri ve Psikoloji Arasındaki Farklar
Günümüzde psikolog ve psikiyatrist arasındaki farkı bilmeyenlerKopyasi GREEK PSI 4

Bir psikolog ile bir psikiyatr arasındaki fark nedir? Bu soru, çok sorulan, çok kafa kurcalayan, birçok kritere dayalı bazı cevapları olan, bir çok bakış açısına göre şekillenen ve yine de çok az kişinin cevaplayabildiği bir sorudur. Esas ayrım, bu ikisinin eğitimlerindeki farka bağlı olsa da çoğu insan bu noktayı gözden kaçırabilmektedir. Bir kişi, bir üniversitenin edebiyat fakültesi içinde yer alan, psikoloji bölümünde dört yıllık lisans eğitimini tamamladıktan sonra diplomasında psikolog ünvanını taşıma hakkı kazanmaktadır. Yüksek lisans programları ile de branşlaşma ve uzmanlaşma şansı her zaman bulunmaktadır. Ancak eğer bu kişi, tıp fakültesini kazanmış ve bitirmişse, uzmanlığını da psikiyatri dalında tamamlamışsa, artık ona bir psikiyatr denmelidir. Bu kişi esasta bir tıp doktorudur; ancak tıpkı kadın doğum, dahiliye, genel cerrahi gibi bir uzmanlık alanı olan psikiyatriyi tercih etmiştir ve ruh sağlığı alanında çalışmaktadır.

Kelime anlamlarına bakarsak, psikoloji, ruh anlamına gelen psişe ve bilim ya da teori anlamına gelen loji kelimelerinin bir birleşimidir ve kısaca ruh bilimi olarak Türkçeleştirilebilmektedir. Psikiyatri ise, yine psişe ve tıbbi tedavi anlamı katan iyatri ekinin oluşturduğu bir kelimedir, psişenin tıbbi tedavisi anlamına gelmektedir. Psikiyatri ve psikolojinin ayrımı kavramsal olarak en temelde eğitim anlamındaki farkla ortaya çıkmakta, kelime anlamları da esasen bu ayrımı desteklemektedir. Çünkü psikologlar gerçekten de tıbbi bir tedavi uygulamamaktadırlar.

Danışanları ile sadece psikoterapi ilişkisi düzeyinde bir işbirliğine girmektedirler. Oysa psikiyatrlar tıp doktorları oldukları için ilaç reçete edebilmekte ya da diğer tıbbi uygulamaları gerçekleştirebilmektedirler. Onlar da terapi yapabilmektedirler. Her iki alan da kendini geliştirmeye çok açıktır. Ancak bu noktada psikologların psikiyatrlardan ayrıldığı bir alan daha karşımıza çıkmaktadır: Teori geliştirme, deneyleme, araştırma yapma ve literatüre yeni kavramlar kazandırma konusu psikologlar için oldukça hayati bir yerde durmaktadır. Bu farklılıklar çoğu kez yersiz tartışma ve çekişmelere sebep olmaktadır. Bazı psikologlar terapi yapma görevini, tüm psikoterapileri ve testleri kendi işleri olarak görerek psikiyatrları yetersiz ya da gereksiz bulabilmektedirler. Hatta ilaç tedavilerini de oldukça gereksiz ve hatta zararlı bulan bir kesim de bulunmaktadır.

Kimi psikiyatrlar ise hem ilaç yazıp hem terapi yapabildikleri için alandaki psikologları görmezden gelmekte ve hatta onlara gerek olmadığını düşünmekte, psikologlarla çalışmayı reddetmektedirler. Ancak böyle bir şey düşünülemez. Psikologla psikiyatr birbirlerine destek olacak işler yapmak için ayrılmaktadırlar. Psikologun eğitimi ve literatür bilgisi, psikiyatrın tıbbi tedavisine ve psikoterapi uygulamalarına destek çıkmalı, psikiyatrın yöntemleri de psikoloğun içinde olduğu süreci kolaylaştırmalıdır. Maalesef ülkemizde bu türden bir anlayış, alanda çalışan profesyoneller arasında bile şekillenememiştir.

Televizyonlarda psikiyatrların titri psikolog olarak lanse edilmekte, bu bilgisizlik de tüm düzeltmelerin öfke ve usanmışlık içinde yapılmasına sebep olmaktadır. Bu türden çekişmelerle, mesleki hayatı henüz başlamadan karşılaşmış bir psikolog olarak, en başta bu ikisi arasındaki ayrımı yapabilen nadir insanlardan biri olarak, aynı ayrımı yapabilen nadir ve yüksek vasıflı psikiyatrlarla çalışma fırsatını bulmuş olmayı çok değerli bir şans olarak adletmekte bir sakınca görmüyorum.

Çoğumuzun tanıdığı ve hatta saygı duyduğu isimler, iki disiplin arasındaki farkı işbirliğine yönelik değil de; dışlamaya yönelik olarak kullanmaktayken, bunu söylemiş olmakta da, bir psikolog olarak çok haksız da sayılmam. Ruh sağlığı alanında, gereken ahenk ve terbiye ile en önemlisi kuvvetli bir bilgi donanımıyla, dürüstlük ve etik ilkelere bağlılıkla çalışan, kuruluşunda bizzat yer almaktan gurur duyduğum bu oluşum diğerlerinden sıyrılmakta fazla gecikmeyecektir, bundan eminim.
Psk. Rana Çepelioğullar

Bipolar bozukluk nedir, nedenleri nelerdir?

İki uçlu duygulanım bozukluğu olarakta bilinen bipolar afektif bozukluk, riskli davranışlar nedeniyle hem ilişkilere hem de kariyere zarar veren , tedavisi yapılmazsa intihara bile yol açan ciddi ruhsal bir hastalıktır. Maniden depresyona kadar uzanan ruh halindeki aşırı değişiklikler olarak tanımlanır. Bu değişimler arasında kişinin normal ruh halinde olduğu dönemler olabilir. “Manik” terimi enerjik, aşırı hareketli, konuşkan, umursamaz, tehlikenin üzerine giden, öforik bir dönemi ifade eder. Bu dönemde yükseklerde uçan ruh hali birden karışık, karamsar, içine kapanık bir ruh haline dönüşebilir. Bu dönemde depresyon dönemidir ve üzüntü, ağlama, isteksizlik, zevk alamama, uyku problemleri ortaya çıkabilir. Maniden depresyona uzanan bu yükselme ve alçalmalar her insanda değişiklik gösterdiğinden, bu bozukluk teşhis edilmesi zor bir rahatsızlıktır.

Kimler bipolar bozukluğa yakalanabilir?

Genelde 15-24 yaş arası görülür ve sıklıkla yaşam boyu devam eder. Her yaşta görülebilir fakat en çok 20’li yaşların başında başlar. Kadın ve erkekler arasında görülme sıklığı açısından fark yoktur. Her 100 kişiden 1-2’sinde görülür.

Genetik midir?

Sadece genetik tüm hastalığı açıklayamamaktadır.

Akrabalardan hiçbirinde yoksa görülme olasılığı: %1-2

1.derece akrabalarda varsa(anne-baba-kardeş) görülme sıklığı: %7-8

Tek yumurta ikizinde varsa diğerinde görülme olasılığı: % 45-60

Dönemleri:

 Mani dönemi:  Genelde aniden başlar ve 2 hafta ile 4-5 ay arasında sürebilir. Belirtileri: Fiziksel aktivite artışı, çabuk sinirlenme, öfkelilik, özgüvende artış, girişkenlik ve insanlarla temas düzeyinde artma, amaca yönelik aktivitelerde artış,muhakemede bozulma,aşırı para harcama,uyku ihtiyacında azalma, hızlı konuşma ve çok konuşma,riskli davranışlarda artış,cinsel dürtülerde artış,dikkatin çabuk dağılması,hezeyan denilen değiştirilemeyen yanlış inanışlar ve/veya halüsinasyon.

Hipomani dönemi: Bu dönem mani döneminin daha hafifidir, gözden kaçabilir. Atak döneminde şunların bir arada bulunması gerekir: Özgüvende aşırı artış, uyku ihtiyacında azalma, dikkat dağınıklığı, fiziksel ve zihinsel aktivitede aşırı artış, kötü sonuçlar doğurabilecek aktiviteler içine girme.

Depresyon dönemi: Depresif nöbetler daha uzun sürebilir. Belirtiler: Dikkatin azalması, özgüven azalması, suçluluk ve değersizlik düşünceleri, geleceğe dair karamsarlık, kendine zarar verme ve intihar düşünceleri, halsizlik, uyku bozuklukları, iştahsızlık, iç sıkıntısı, içe kapanma,ağrı, adet düzensizliği gibi bedensel yakınmalar.

Karma dönem: Gün içinde hem mani hem depresyon belirtilerinin yaşanmasıdır. Bazı hastalar bu dönemlerin tümüyle karşılaşırken bazıları sadece manik dönem veya depresyon ve hipomani dönemleri yaşayabilir.

 

Tedavisi:

Bipolar bozukluğun semptomlarını tümüyle kontrol altına almak için sadece ilaç tedavisi yeterli olmaz. Bu bozukluğun en etkili tedavi stratejisi ilaç tedavisi ve psikoterapinin beraber yürütülmesidir. Tedavide ilaç ve psikoterapinin birlikteliği önemlidir. Psikoterapi bireysel olarak hastaya, ailesine ve grup olarak tümüne uygulamayı kapsar. Davranışçı psikoterapi yaklaşımı ile belirtilerle nasıl başa çıkılacağı ve yeni hastalık döneminde ortaya çıkabilecek streslerle başa çıkma yöntemleri çalışılır. Bilişsel psikoterapi ile mani ve depresyon dönemlerindeki ortaya çıkan çarpık düşünceler ve inançlar tanımlanır ve bunlara karşı koyma üzerine çalışılır.

 

 

panik1

Panik atak nedir?

Ansızın, herhangi bir yerde beklenmedik şekilde ortaya çıkan yoğun kaygı, bunaltı, korku, sıkıntı karışımı nöbetlerdir, oldukça yoğun yaşanır. Kişi her şeyin sonu geldiğini kalp krizi, felç geçireceğini, dünyanın sonu geldiğini, düşüp bayılacağını, kötü şeylerin olacağını düşünür.

Koşup kaçmak hemen bir sağlık kurulusuna sığınmak ister. Bir hastaneye girmesi bir doktorla karşılaşması bile nöbetin sona ermesini sağlayabilir. Bir kişi sürekli olarak stres ve korku ile yaşadığında vücut kimyası değişir. Vücut gerilim kimyasalları üretmeye başlar. Bunların bizi ne şeklerde etkilediğini aşağıda panik bozukluklarla birlikte sık rastlanan rahatsızlıklar bölümünde görebilirsiniz. Vücut talep edilen gerilim kimyasallarını karşılayabilmek için vücudun oksijene ve belli başlı gıdalar, vitaminlere, minerallere olan ihtiyacı artar. Kötü beslenme, yoğun stres ve korku, yorgunluk bu etmenlerden ikisi ya da üçü bir araya geldiğinde bir kısır döngü yaratır ve kendini tekrar eder.

Stres, korku, iç çatışmalar, psikolojik etmen ve yatkınlıklar > gerilim kimyasal üretimi >Kötü besleme >uykusuzluk > panik atak> stres şeklinde giden bir mekanizma işler hale gelir.

Panik Atağın Başlıca belirtileri nelerdir?

o Kalp çarpıntısı

o Göğüs kafesinde bası hissi ve sıkışma

o Hızlı nefes alıp verme veya nefes alamama

o Mide kasılmaları, krampları, karında ağrı, şişkinlik, gaz oluşması

o Dünyanın sonu gelmiş hissi

o Sebepsiz bir şey olacakmışçasına aniden başlayan korkular

o Ölümcül yada çözümsüz bir hastalığı olduğu korkusu

o Eller ve ayaklarda istemsiz boşalmalar hissizlik

o Terleme

o Baş dönmesi, bayılma hissi

o Farklı bir dünya aleminde yaşıyormuş gibi hissetme, bir sis perdesinden arkasından bakıyormuş hissi

o Üşüme, ürperme yada ateş basma hissi

o Korkunç bir şey olacakmış gibi hissetme

 

Panik bozuklukların beraberinde eş zamanlı olarak görülen bozukluklar

o Psikolojik ve psikiyatrik Depresyon %40-50

o Agorafobi %50-70 yalnız kalmak, yalnız sokağa çıkmak, kalabalığa girmemek, Uçak, asansör, otobüs, pasaj, tünel, köprü, tiyatro gibi yerlerden duyulan korku

o Sosyal fobi %10-15 Somatoform Bozukluk % 6-8 yoğun bedensel yakınmalar

o Hipokondriyazıs %20-30 hastalık hastalığı,

o Madde Kullanımı alkol %20-25 bunu sözde rahatlamak için çare olarak kullanırlar ve sonuç Uyuşturucu %5-10 bağımlılık halini alır.

o Manik Depresif %10-12 depresyon ve tam tersi çoşma nöbetleri

o Kişilik Bozuklukları %40 Obsesif-kompulsif (takıntı, temizlik hastalığı, simetri)

o Kaçıngan, Paranoid, Borderline

o Genel Anksiyete Bozukluğu %15-20 Aşırı kaygı Biyolojik

o Mıtral Valv Prolapsusus %40-50 Kalp kapakçığı sarkması

o Troıd Bezi Anormallikleri Hipertirioidizim, Hiperparatiroidizim

o İrrıtabl Kolan Sebdromu Huzursuz bağırsak sendromu psikoterapi ve hipnoz ile Çözülebilir. Anksiyete tedavisi %90 oranında etkilidir.

o Akçiger Hastalıkları %8-20 astım, bronşit, anfizem, alerjik rahatsızlıklar

o Migren %12-15 baş ağrısı şeklinde ortaya çıkar

o Epilepsi sara nöbeti

o Hipertansiyon

o Feokromasitoma Böbreküstü bezi hastalığı

o Vertibüler distoma kulaktaki denge fonksiyon bozukluğu

Bunları okurken siz de hissettiniz “ beden zihin ruh bir bütün olmalı ve dengede çalışmalıdır”. Birisinde yaşanan bir bozukluk diğerlerini de etkilemekte ve bozukluklara neden olmaktadır. beden mi zihinsel ve ruhsal olarak sıkıntı çekmemize neden oluyor, ruh ve zihnimiz mi bedensel rahatsızlıkları tetikliyor ve neden oluyor gibi bir soru sizinde hemen aklınıza gelmiştir. Bu derece bedensel be ruhsal rahatsızlığın bir arada görülme oranlarındaki yükseklik şunu çok net olarak açıklıyor . İnsan bir bütün her üçü de uyumlu olmak zorunda.

Başlamasından hemen önce bazı koşulların hazır olması gerekir.

o Yoğun bir iş stresi, doğum, ölüm, boşanma gibi ruhsal ve duygusal olarak zorlu bir dönem yaşanmıştır.

o Bu döneme ardından yada beraberinde beslenme düzenin iyi olmaması fiziksel olarak vücudun dirençsiz ve zayıf kalması, yorgunluk, dinleneme de eklendiğinde panik başlangıcı için uygun koşullar oluşmuş olmaktadır.

o Başlangıcıyla birlikte belirtilere verilen dikkat (kalp çarpıntısı, hızlı nefes alıp verme) belirtilerin giderek artmasına neden olur ve süreç başlamış olur.

 

İşleyiş mekanizması nedir?

Panik atak diğer korkulardan farlı bir özellik içerir. Bu özellik panik atağın içsel bir korku olmasıdır. herhangi bir dış nedene bağlı olmaksızın bir sebep yokken durduk yere ortaya çıkmasıdır. Kişi acaba panik atak geçirir miyim rahatsızlanır mıyım diye düşünmeye başladı andan itibaren panik atağın içinde bulur kendini herhangi bir dış uyarana ihtiyaç duymaksızın ortaya çıkıverir.

Kişinin kendini dinlemesi, belirtilere kalp atışı nefes alma hızı vs dikkatini yoğunlaştırması ya da tetikleyici bir düşünceyi beyninden geçirmesiyle birlikte süreç başlamış olur.

İçsel bir korku olmasına rağmen tetikleyicileri dış faktörler olabilir. Belli bir yer mesela kalabalık bir yer, bir kişi, bir olay, bir haber, bir ölüm haberi, işyeri gibi dışsal bir uyaran olabilir tetikleyici.

Yeniden başlayacağı korkusu ile birlikte başlayan korkular kaygı ve sıkıntı daha çok genişleme eğilimdedir gittikçe daha fazla sedyen korkmaya daha fazla yardım alamaya yardım alamadığı yerlerden uzaklaşmaya başlar.

 

Bilmemiz gerekenler nelerdir?

o Bir anda ortaya çıkarak yoğunlaşır ve ağır ağır kaybolur. Başlangıcında bunun farkına varıp üzerine gitmez ve bunun ortaya çıkmasına neden olan yer davranış yada tetikleyici etmenden uzak durmakta fayda vardır. Bu rahatsızlık veren ve atağı başlatan duruma yada yere daha sonra yavaş yavaş alıştırarak yaklaşmak erken dönemlerde kolaylıkla mümkün olabilir.

o Bir neden olmaksızın ortaya çıkabilir.

o Genellikle 20-30 lu yaşlarda başlangıç görülür.

o Şehirde yaşayan, boşanmış, ağır travma ve sıkıntı geçiren insanlarda görülme oranı daha fazladır.

o Ekonomik durum ya da eğitim düzeyiyle bağlantısı yoktur.

o Kadınlarda görülme oranı erkeklere oranla 2-3 kat fazladır.

o Değişken oranlarda toplumun %20-25 inde görülmektedir. yani her 4 kişiden birinde değişik ağırlıklarda panik atak mevcuttur

o Rahatsızlıkların fiziksel etkileri nedeniyle hemen hemen her bronştaki doktora farklı nedenlerle defalarca başvurmakta tahliller istemekte tedavi talep etmektedirler. Nefes sorunları, kalp rahatsızlığı, mide rahatsızlıkları, kanser korkuları ile defalarca alan doktorlarına başvurmakta yapılan tahlil ve kontroller sonucu temiz çıkmalarına karşın panik bozukluğu kabullenmemektedirler.

o İlerleyen yaşlarda başlanma oranı düşer

o İçe dönük, mükemmeliyetçi, telaşlı, aceleci, sıkıntılı insanlar daha yatkındır.

o Alkol ve madde bağımlılığı riski yüksektir. ve tersi içinde aynı durum gecerlidir.

o Devamlı baskı, stres altında olmak ağır travmalar geçirmek(aile sorunları boşanma ölüm gibi) riski arttırır

o Hayır diyememe, bağımlı kişilik yapıları, özgüven sorunu yaşayan insanlarda, iletişim sorunu yaşan (nefe öfke kzıgınlı) hislerini dışa vuramayan insanlarda, bastırılmış kimliğe sahip insanlarda ortaya ihtimali daha yüksektir.

o Depresyon geçirmiş yada geçirmekte olan, sosyal fobiye sahip insanlarda daha sık görülebilir

 

Nasıl bir yöntem uygulamalıyız?

o Bu sorunun çözümünde çoklu yöntem kullanmakta fayda görülmektedir. Çoklu yöntemden ne kastettiğimizi Şöyle açıklayalım; Sorunu yaşayan kişinin yapacağı çalışmalar Hastalığınızla ilgili ayrıntılı bilgi edinin

o Yürüyüş yüzme tenis gibi her gün düzenli olarak yaptığınız bir spor aktivitesi edinin

o Her gün mutlaka duş alın

o Uykunuz düzenleyin ve düzenli olarak tatil yaparak vücudunuzu ve zihninizi dinlendirin.

o Beslenmeniz sağlıklı bir hale getirin

o Kahve şeker çikolata çay ve hormonlu yiyecek ve içeklerden uzak durun

o Mümkünse daha sık doğa yürüyüş ve gezileri yapın

o Zevk aldığınız şeyleri belirleyin ve hobi edinin dikkatiniz ve ilginizi oraya verin

o Nefes ve gevşeme egzersizleri öğrenin ve her gün düzenli olarak yapın

o Otohipnoz öğrenin ve günlük hayatınızda rahatlamak ve dengeye ulaşmak için sürekli kullanın

o Cinsel yaşantınızı, sosyal çevre ilişkilerinizi, aile ilişkilerinizi düzenleyin

o Kendinizi dinlemekten vazgeçin

o Kendinize sürekli olarak olumlu düşünce kalıpları belirleyin ve bu şekilde telkinler verin. (Olumlu düşünce kalıbı -Benim kalbim hızlı çarpmayacak değil benin soluk alıp vermem, tansiyonum, şekerim kalp ritmim oldukça düzenli ben sağlıklı bir insanım şeklinde olmalı)

o Hiçbir şeyi içinize atmayın ve sıkıntınızı ve negatif enerjinizi topraklayın ya da atın

o Meditasyon egzersizleri öğrenin ve düzenli olarak uygulayın ve devamlılık gösterin.

depresyon1

-Klinik Depresyon nedir?

Klinik depresyon, çökkünlük duygularının yerleştiği ve yaşamı normal bir biçimde sürdürmeyi olanaksız kılacak kadar uzun sürdüğü ciddi bir hastalıktır.

 

-Klinik depresyonu neler etkiler?

Duygularınız

Düşünceleriniz

Davranışlarınız

Bedensel işlevleriniz

Klinik depresyona tutulduğunuzda genelde duygu durumunuz ve duygularınız üzerindeki denetiminiz azalır. Günlerce, hatta bazen aylarca kendinizi çökkün hissedersiniz. Bu ruh hali yaşamınızın bütün yönlerine egemen olur:

Fiziksel

Zihinsel/ruhsal

Toplumsal

 

-Depresyon yaşamı tehdit eden bir hastalık mıdır?

En ağır durumunda depresyon yaşamı tehdit edebilir, çünkü:

Yaşamınız tümden sekteye uğrar

İştahınız kaybolur, susuzluk hissetmezsiniz

Kendinizi intiharı düşünecek kadar berbat hissedersiniz

Öz bakımınızı ihmal edersiniz

 

Kendinizde depresyon olduğundan kuşkulanıyorsanız tedavi arayışına girmeniz gerekir.

hiper1

Son çeyrek yüzyılda çocuk eğitimi ve gelişiminde hiperaktivite ve dikkat bozukluğuna bağlı çalışmalar artarak devam etmektedir. Yıllar geçtikçe alandaki bilimsel araştırmalar çeşitlenmektedir.

Yapılan araştırmalarla beraber çok sayıda klinikte dikkat eksikliği görülen çocuklara yönelik eğitim programları uygulanmaktadır. Sevindirici olan çoğunlukla çalışmanın sonucunun olumlu yönde olmasıdır. Buradaki önemli noktalar teşhisin erken konulması, ailenin katılımının sağlanması, uzman kişilerle bilimsel çalışmanın düzenli olarak takip edilmesi, çocukta çoğunlukla örselenmiş olan özgüvenin terapi ile yeniden yapılanması.

 

BELİRTİLERİ

Aşırı hareketlilik

Dikkat eksikliği

Dürtüsellik

 

DAVRANIŞSAL BELİRTİLERİ

– Çoğunlukla çocuğunda kontrol etmekte zorlandığı sürekli bir kıpırtısı vardır.

– Hareket ederken bir motor gibidir. Aniden ve çok hızlı koşmaya başlar, durması gereken yerleri bilemez.

– Oturması istendiğinde otursa da sabit kalmakta zorluk çeker, kısa sürede kalkar.

– Belirli bir konuda sohbet edebilmesi mümkün değildir.

– Zihinsel çaba gerektiren ders dinleme, ders çalışma, okuma ve yazma görevlerini yerine getirmekte zorluk çeker.

– Ödevler yaparken ve sınavlarda dikkatsizce hata yapar.

– Sabırsızdır, sırasını bekleyemez.

– Kendisiyle konuşulurken dinlemiyormuş gibi davranır.

– Sakin, gürültüsüz olmakta güçlük çeker.

– Verilen ikili veya üçlü komutları uygulamakta güçlük çeker.

– Çok konuşur sıksık başkalarının sözünü keser.

– Çoğu zaman sonuçlarını bilmeden tehlikeli işlere girer.

 

Bu özelliklerin birkaçı çocuğunuzda varsa özel eğitim ve terapi alması gerekmektedir. Çalışılan çocuklarda somut bir ilerleme hatta kesin iyileşme görülürken, kendi haline bırakılan çocuklarda takvim yaşı büyüse de gerileme hızla devam eder.

içe kapanık1

İçe kapanık çocuklar, duygu ve düşüncelerini kolaylıkla başkalarıyla paylaşmazlar. Yeni durumlara zor uyum sağlarlar.

Arkadaş edinmede problem yaşarlar, grup oyunlarına katılmaktan zevk almazlar ve genellikle yalnız oynamayı tercih ederler. Güvensizlik hissettiklerinden bu çocukların güven duyguları güçlendirilmelidir. Yeterli ilgi ve sevgi gösterilmelidir. Kendini ifade etmeye özendirilmeleri gerekir. Genellikle bu özellikteki çocuklar, sessiz ve uslu olduklarından toplumca onaylanırlar. Bu durum çocuğun hoşuna gitmekte ve yetişkinlerin beğendiği bu kimliğe daha çok bürünmektedirler.

Son olarak, okul öncesi çağı adı verilen bu dönem, çocuğun en renkli, en hareketli dönemlerinden birisidir. Bu dönemde çocuk hızlı dil gelişimi etkisiyle konuşkan, cıvıl cıvıl, yaşam doludur.

children fight

Çocuklar bir kardeşlerinin olmasını isterler, ancak kardeş doğumu ile de yoğun bir kıskançlık yaşamaya ve anne babaları zorlamaya başlarlar. Önceleri sürekli kardeş isteyen bir çocuğun bu isteği gerçekleştikten sonra neden kardeşini kıskandığı, hatta ona düşman gibi davrandığını anlamak zor olmalı. Oysa bu çocukların süreklilik göstermeyen, değişken olan isteklerini yansıtan, dolayısıyla onların doğasıyla ilgili ipucu veren bir özellikleridir. Bu nedenle çocuk için diğer önemli kararlarda olduğu gibi kardeş isteğinin gerekliliğine de anne ve babanın karar vermesi gerekmektedir. Annenin beden ve ruh sağlığı, ailenin ekonomik gücü, doğacak çocuğun bakımına ilişkin sorumlulukların paylaşılması bu kararı belirleyecektir.

Kardeş kıskançlığına gelince; kıskançlık insanoğlunun en doğal, en evrensel duygularından birisidir. Kıskançlık sevilen kişinin başkasıyla paylaşılmasına katlanamamak olduğuna göre, sevginin bulunduğu her yere girer. Sevgililer arasında belirli bir ölçüyü aşmadığı sürece, sevgi gülünün dikeni sayılır. Ancak bu doğal duygu insanı kemiren bir tutku olmaya başlayınca, sevgiyi gözeten bir duygu olmaktan çıkar, sevgiyi yok eder. Çocuk için en değerli varlık anne olduğuna göre onu başkalarıyla paylaşmak kolay, dayanılır bir duygu değildir. Sevgilisini başkasının kolunda gören bir erkekle, annesini, kucağında “yabancı” bir çocukla gören kardeşin duyguları pek ayrılık göstermez. Anne sevgisini yitirme korkusu, daha yeni bir kardeş geleceğini öğrendiği anda içini sızlatmaya başlar.

Kardeş doğumu bu ve diğer nedenlerle çocuk için zorlayıcı bir yaşam olayıdır. Gebeliğin ve yeni doğan çocuğun annede oluşturduğu bedensel güçlükler ve yorgunluklar, çalışan annenin zamanının önemli bir bölümünü çocuk bakımına ayırması gibi nedenler eve gelen bu yabancı yüzündendir. Gelen çocuğun cinsiyetinin farklı olması, beceriksizliği, yoğun bir ilgi ve bakıma gereksinimi olması onun daha çok sevildiği şeklinde yorumlanmakta ve kıskançlık artmaktadır. Annenin yeni doğan bebekle birlikte oluşacak güçlüklerini hafifletebilmek için çocuğun kreşe verilmesi ya da odasının ayrılması gibi değişiklikler de bu duyguyu artıracak, yeni uyum sorunlarına neden olacaktır.

Çocukla kardeşi arasındaki yaş farkı ne kadar azsa kıskançlık o denli büyük olmaktadır. Henüz anneye gereksinimin sürdüğü 3 yaşından küçük çocuklarda anne ilgisinin azalması sonucu yeni kardeşe tepkisi büyük olacaktır. İkinci ya da üçüncü kardeşi kabullenme daha kolay olmaktadır.

Kardeş kıskançlığı doğal bir duygudur, sevgi ve kıskançlık-nefret ara ara yoğunlaşarak zaman içinde yoğunluğunu kaybeder. Kardeşini sevmek zorunda değildir. Olumsuz duygular anlayışla karşılanmalı ve bu duyguları belirtmesi yüreklendirilmelidir (beni de uğraştırıyor, ara sıra ben de kızıyorum, beceriksizliği yüzünden ona çok zaman harcıyorum, seni sevmediğimi düşünme, eskisi kadar seviyorum, ben de kardeşim doğduğunda kıskanmış, böyle düşünmüştüm). Anne-baba bebeği, çocuğun önünde gösterişli bir biçimde okşayıp sevmekten kaçınmalıdır.

Çocuklar eve gelen yabancıya farklı tutumlar sergileyebilir;

– Sevgi gösterilerinde bulunabilirler (annenin kendisinden tümüyle uzaklaşması için onun yanında yer alır.)

– Abartılı sevgi gösterileri (alttaki duyguları ele veren davranışlarla birliktedir; kardeşinin yanağını okşarken biraz fazla sıkar, ağlatacak ölçüde kucaklar, kaza ile yere düşürür).

– Etkilenmemiş gibi davranma (bebekle ilgili huysuzluklar, hırçınlıklar, tutturmalar, istediği yapılmadığında ağlama, tepinme).

ergen1

Ergenlik Nedir?
Ergenlik 13-18 yaşlarını kapsayan doğal bir gelişim dönemidir. Bu dönemde artık çocukluk çağı geride bırakılmaktadır. Ergenlikte fiziksel ve duygusal düzeyde pek çok değişiklik ortaya çıkar. Kızlar ve erkeklerin fizyolojileri birbirinden farklı olduğundan ergenlikte gerçekleşen fiziksel değişikliklerde birbirinden farklıdır. Vücudun belli bölgelerinde kıllanma, erkeklerde ses kalınlaşması, kızlarda ilk adet görme, hızlı boy artışları, ter bezlerinin yoğun çalışması ergenlik döneminde görülen fiziksel değişikliklere örnek verilebilir.

Ergenlik Sorunları Nelerdir?
Ergenlikte gerçekleşen değişiklikler sadece fiziksel özelliklerle sınırlı kalmaz. Duygusal ve düşünsel yönden de ergenler farklı ve yeni deneyimlerle karşılaşırlar. Sosyal yönden farklı roller üstlenmeye başlarlar. İlgi alanları ve arkadaş grupları değişir. Bazen bu değişiklikler çok kısa sürelerde ortaya çıkabilir. Ergenler çok sayıda değişikliğin yaşandığı bu geçiş döneminde bazı sorunlarla karşılaşabilirler. Aile bireyleri ya da arkadaşlarıyla bazı sorunlar yaşayabilirler. Duygularında veya bedenlerine gerçekleşen hızlı değişiklikler kafalarının karışmasına ve uyum zorluğu çekmelerine neden olabilir. Ergenlikte görülen sorunlardan bazıları şunlardır:

o Anne-babayla çatışma
o Arkadaş grubu problemleri
o Okul performansında azalma
o İçe kapanma, insanlardan uzaklaşma
o Utangaçlık, özgüven eksikliği
o Madde kötüye kullanımı
o Oyun ve internet bağımlılığı
o Bedeninden hoşnut olmama
o Sinirlilik, öfke
o Mutsuz ruh hali, bunaltı
o Endişe ve kaygılar

Gençlerle Grup Terapi
Ayrıntıları,amaçları işleyişi hakkında;
• Grup terapisi, ergenlerin kendilerini ifade edebilmeleri, paylaşımda bulunmaları ve duygusal dayanışma yaşamalarına olanak sağlayan bir psikoterapi ortam sunar.
• Terapi grubu ergenlerden oluşur
• Farklı yaş ve sosyal ortamlardan gelen ergenler psikoterapistlerin eşliğinde düşüncelerini, duygularını ve sorunlarını paylaşma fırsatı yakalarlar.
• Birbirlerinin deneyimlerini dinleyerek yeni şeyler öğrenebilir, kendi sorunlarına karşı farklı bakış açıları kazanabilirler.
• Grup birlikteliği ergenlere aidiyet ve sorumluluk duygusu kazandırır.
• Oldukları gibi kabul görmelerinin yanında, başkalarını da olduğu gibi kabul etmeyi öğrenirler.
• Grup psikoterapisi aynı zamanda bireysel psikoterapiyle karşılaştırıldığında daha ekonomik bir tedavi yaklaşımıdır.

erg

Yalnızlığın sanata konu olması eskilere kadar uzanmasına karşın bu konudaki bilimsel araştırmalar çoğunlukla 1970’li yıllardan sonra dikkatimizi çekmektedir. Batı toplumları endüstrileşmeyle birlikte “narsistik çağı”nı yaşamaktadır. Aynı zamanda bu dönem yalnızlığın neredeyse salgın olarak yayıldığı “yalnızlık çağı” olarak da adlandırılabilir. Maddi olarak zenginleşen kaynakları gün geçtikçe artan ülkelerde buna karşın insanların giderek yalnızlaştığı ve izole olduğu dikkati çekmektedir.
Yalnızlığın yaşı yoktur. Hepimiz yaşamımızın belli dönemlerinde kendimizi yalnız hissetmişizdir. Gerçekte yalnız olmakla yalnızlık hissetmeyi birbirinden ayırmak gerekir. Bazen kalabalıklar içinde de yalnız ve izole hissedebiliriz. Albert Einstein’in “tüm dünyada tanınmış bir insan olmak ve kendini bir o kadar yalnız hissetmek çok garip” sözü yalnızlık duygusunun koşullardan bağımsız ve evrensel olduğunun güzel bir örneğidir. Yalnızlık duygusuna genelde diğer insanlardan kopma, mutsuzluk ve çaresizlik hissi de eşlik eder.
Yalnızlığın ortaya çıkışında rol oynayan etkenler arasında genetik yatkınlık yanında çevresel etkenler ve kişinin psikolojik durumu da önemli olmaktadır. Erken çocukluk döneminde ev ya da okul değiştirme, arkadaş kaybı, ebeveynlerin ayrılması ya da ölmesi, okulda arkadaş edinememe, sosyal becerileri geliştirememe yaşamın ileri dönemlerinde yalnızlık duygusunun hissedilmesine zemin hazırlamaktadır. 12–18 yaş arası ergenlerde akranları tarafından dışlanan ve şiddete maruz kalanların yalnızlık hissinde artma, madde kullanımına yönelme, intihar eğiliminin 2–3 kat yükseldiği görülmektedir. Yetişkinlerde de taşınma, göç, iş değiştirme, cinsiyet, ırk, dini inançlar nedeniyle ayrımcılığa uğrama, dil bilmeme, hastalık nedeniyle izole olmak yalnızlık duygusunu besler büyütür. Bazen sorunlu insanlarla bir arada yaşamak da diğer insanlardan uzaklaşmaya yol açar.
Kendinize bazı hedefler belirleyip, bir şeyleri değiştirmeye karar verebilirsiniz. Diğer insanları değiştiremeseniz de kendi düşünce ve duygularınız değiştiğinde diğerlerinin de farklılaştığını görebilirsiniz. Kendinize bazı hedefler belirlemeniz, risk almanız, yeni şeyler denemeniz, değiştirebileceklerinizi belirleyip, değiştiremeyeceklerinizi kabul etmeni önemlidir. Yalnızlığı dahil olma, izolasyon duygusunu da toplumsallaşma ile değiştirmek biraz zaman alacaktır. Ufak adımlarla ilerlemek daha az başarısız olma duygusu yaşatacaktır. Hedefleri teker teker belirleyip en kolaydan zoruna doğru gitmek yararlı olacaktır.

yalnizlik269485df0oz6
• Yalnızlığın size has olmadığını herkesin hayatının belli bir döneminde yalnızlık hissedebileceğini unutmayın.
• Kendinizi yalnız hissetmediğiniz dönemlerde sosyal aktivitelere katılın.
• Dürüst ve samimi bulduğunuz kişilerle bağlantınızı sürdürmeye çalışın. Bu konuda içgüdülerinizin size ne söylediği önemlidir. Bir kişinin sadece yanınızda olması o kişinin sizin için iyi olduğu anlamına gelmez. Kötü bir arkadaşlıktansa bazen yalnız kalmak daha iyidir.
• Değişim dönemlerinde yeni kararlar alırken özellikle yalnız hissettiğimiz dönemlerdir. Yeni düşüncelerimizi ilgilerimizi paylaşacağımız yeni insanlara ihtiyaç duyarız. Eski bağlantılarınızı korumanız bu aşamada önemlidir, çünkü şu dönemde elinizde olanlar sadece bunlardır.
• Kendinizden daha yalnız olduğunu düşündüğünüz kişilere ulaşmanız size iyi gelecektir. Sosyal ilişkilerde önceliği ele almak ve kendinizi sınamak önemlidir.
• Yalnızlık hissiyle internete ve internet üzerinde iletişime fazla zaman ayırmaya başladıysanız zamanla internet bağımlısı olabilirsiniz, dikkatli olmalısınız. İnternette tanımadığınız kişilerle iletişimde temkinli davranıp kurban olmamaya dikkat etmeniz, kişisel bilgileri paylaşma konusunda temkinli olmanız, bunun yerine daha genel konularda iletişime girmenizde fayda vardır.
• Sanatsal aktivitelere katılmak sanatın iç dünyanıza ulaşmasıyla yalnızlık hissini azaltır.
• Dini uğraşlar, meditasyon, evcil hayvan beslemek, hobilerle uğraşmak yalnızlık hissinin azalmasına yardımcı olur.
• Sürekli rutin işlerle uğraşmak sizi otomatik pilota bağlar yalnızlık hissini artırır, hayallerinize göz atın ve rutinden çıkmak için neler yapabileceğinizi düşünün.
• Yalnızlık hissettiğiniz dönemler pozitif bir duygu içine girmeye ve olumlu hava yaratmaya çalışın, yeni bir şeyler denemek için uygun bir zaman olduğunu düşünün.
• Yalnızlığınızın içinde yuvarlanıp durmayın. Normalde arkadaşlarınızla ya da partnerinizle yaptığınız şeyleri yalnızken de yapmaya devam edin.
• Sürekli yalnızlık hissediyorsanız bu depresyonun habercisi olabilir tıbbi yardım istemeniz uygun olur. İntihar düşüncesi olduğunda yine en kısa sürede yardım istemeniz önemlidir.

hirsiz

Kleptomani, ihtiyacı olmadığı, hemen kullanmayacağı halde ve maddi değeri nedeniyle satma düşüncesi olmadan bir takım nesneleri izinsiz olarak alarak, onlara sahip olma şeklinde bir dürtü kontrol bozukluğudur.
Kişinin aslında o malı satın alabilecek yeterli maddi birikime sahip olduğu, ancak buna rağmen bu davranışı gerçekleştirdiği gözlenmiştir. Bu davranış daha önceden düşünülmemiş ve planlanmamış olup, aniden gerçekleştirilir. Bu davranış birinden intikam alma amacıyla yapılmamıştır. Birey bu davranışın yanlış ve uygunsuz olduğunun bilincindedir. Kişiler bu davranışı gerçekleştirmek için başkalarından yardım istemezler.
Rahatsızlık hakkında yapılan çalışmaların azlığı ve bu durumların kişiler tarafından gizlenmesi ve bu durumu gerçekleştiren kişilerin sağlık hizmetlerinden çok, adli makamlara sevk edilmeleri nedeniyle gerçek sıklığı tam olarak bilinemese de bin kişide altı kişide rastlandığı saptanmıştır. Yakalanan dükkan hırsızlarının % 5-25 inde saptanmıştır.
Kadınlarda erkeklere göre yaklaşık dört kat daha sık görülmektedir. Cinsiyetler arasındaki oranın bu kadar yüksek olmasının bir nedeni de, erkeklerin böyle bir durumda çoğunlukla hastaneler yerine cezaevlerine gönderilmeleri olabilir.
Kadınlarda ortalama olarak 30-35 yaşta; erkeklerde 50-55 yaşta daha sık görülmektedir. Hem erkek hem de kadınlarda diğer dürtü kontrol bozuklukları rahatsızlığa eşlik edebilir.
Erkeklerde daha çok piromani (dürtüsel olarak ateş yakıp, yangın çıkarma) ve hastalık derecesinde kumar oynama ve tekrarlayıcı patlayıcı davranım bozukluğu ile bir arada iken; kadınlarda trikotilomani ( dürtüsel olarak saç ve vücut tüylerini yolma hastalığı) ile beraber bulunabilmektedir.
Rahatsızlık sosyoekonomik düzey ile doğrudan ilişkili olmayıp, bu durumdaki kişinin sosyokültürel düzeyi yüksek de olabilmektedir. Kişiler bu davranışlarına engel olabilmek için sosyal hayatlarını kısıtlayabilir ve çevrelerinden uzaklaşabilir, alışveriş yapmamaya çalışabilirler .
Gerçek kleptomani, sürekli yinelenen ama her seferinde farklı, değersiz nesnelerin çalınması biçiminde kendini gösterir. Bu nedenle yalnız bir kez çalma girişiminde bulunan çocuk, ergen ya da yetişkin, ruhsal bakımdan uygun bile olsa kleptoman sayılmaz. Aynı biçimde, sürekli olarak aynı tip nesneler, söz gelimi kadın iç çamaşırı çalan birine de kleptoman denilemez .
Neden Olabilecek Etmenler: çocukluk döneminde yaşanan olumsuz koşulların sonucu gelişen kayıp yaşantılar önemli etkenler arasındadır.
Kadınlarda gerilimin arttığı adet dönemleri, hamilelik dönemleri ve menopozun başlangıç dönemlerinde artmaktadır.
Bu rahatsızlık başka bedensel hastalıkların sonucu da görülebilmektedir.

kleptomani

Şunun için etiket arşivi: psikoloji