Homofobi

lg

Homofobi Nedir?

“Homofobi” kavramı ilk kez 1972 yılında G. Weinberg tarafından “homoseksüel bireylerin mantıksız ve şiddet, ayrımcılık ve mahrumiyet yaratacak şekilde suçlanmasıdır” anlamında kullanılmıştır. Bazıları için bu kavram insanların cinsel kimlikleri nedeni ile yaşadığı baskının genişliğini anlatmaya yetmemektedir. Psikolojide fobi genelde mantıklı temeli olmayan bir korkuyu anlatır. Homofobi ise mantıksız bir korku olmaktan öte şiddet ve suistimale yol açan bir önyargıdır. Alternatif kelimeler olarak gay ve/veya lezbiyen nefreti, cinsel oryantalizm (ırkçılık ve seksizm) ve heteroseksizm kullanılabilir. Blumenfeld 1992′de heteroseksizm’i şöyle tanımlamıştır; “hem heteroseksüelliğin tek kabul edilebilir cinsel yönelim olduğu inancı, hem de kendi cinsine sevgi ve cinsel arzu duyan kişilerden korkma ve nefret etme” olarak tanımlanmıştır. Heteroseksizm önyargı, ayrımcılık, taciz ve şiddete yol açar. Korku ve nefret ile beslenir. Heteroseksizm hem kültürel olarak heteroseksüelliğin öne çıkarılmasını hem de homofobi olarak nitelendiren korkuları içerir. Homofobi tanımının daha sık kullanılması medya ve gruplarca büyük ölçüde benimsenmiş olmasıdır. Blumenfeld’e göre:
Hepimiz (diğer pek çok baskı formlarından biri olan) homofobi ismi verilen büyük bir kirliliğin içinde doğduk ve bu üzerimize bir asit yağmuru gibi yağıyor. Bazı insanların ruhlarını dibine kadar eritirken, diğerlerine yüzeysel olarak yaralayabilir ancak kimse ondan kaçamaz. Suçlu biz değiliz. Bu kirliliğin oluşmasında rolümüz olmadığı gibi bunun üzerine yağmasını da biz istemedik. Diğe taraftan hepimiz suçluyuz, birleşip yaşadığımız bu homofobik ortamın parçalayıcı etkisinden kendimizi koruyacak bir ortam inşa edemediğimiz için. Bu kirliliği temizleyecek adımlar attığımızda hepimiz daha rahat nefes alacağız.
70′lerden sonra homofobi eşcinsellere olan negatif duygular için daha sık kullanılan bir kelime olmuştur. 1988 yılında Audrey Lorde homofobiyi şu şekilde tanımladı; “kendi cinsiyetine sevgi duymaktan ölesiye korkmak ve bu sevgiyi duyanlardan da nefret etmek”. Oesterrich’e göre tüm tanımlar birlikte “heteronormativite” bir kültürü tanımlıyor, yani “toplum, politika ve ekonomi sistemlerinin erkek ve kadınların çiftler oluşturması üzerine kurulması… Sonuç olarak heteronormativite kimin vatandaş sayılıp hangi hukuki ve demokratik haklardan faydalanabileceğini bu çiftleşmeden belirler”. Topluma göre cinsiyet “ya biri ya öteki” olarak kabul edilir; bir birey ya erkek ya da kadındır. Arada bir durum yoktur. Cinsiyet normunun dışına çıkmak sterotipleme ve yaftalama ile sosyal cezalandırılır. Yaftanın daha sıkı tutması için “anormallikler” abartılır – eşcinsel erkekler efemine, eşcinsel kadınlar ise erkeksidir. Homofobi cinsiyetlerin ikileştirilmesinin toplumun içine geçmiş olmasının bir sonucudur.
Psikoanalist Donald Moss homofobinin özellikle erkekler tarafından nasıl içselleştirildiğini şöyle anlatır; “aşırı ve dayanılmaz fikirler yaratması – eşcinseller için intihara meyilli, heteroseksüeller için şiddete meyilli”. Moss eşcinsellerin kendilerine uygun yaşam biçimleri yaratırken heteronormativite nedeni ile yaşadıkları bölünmeleri anlatır. Moss’a göre paradoksal olarak eşcinsel ve lezbiyenler sevgi alıp verdiklerinde ilişkiler yaşayabilir. Diğer tüm insanlar gibi sevgiye ihtiyaç duyarlar. Cinsellikle ilgili kültürümüze entegre olmuş negatif duygular onlarda cinselliklerinden tiksinmi duygusu yaratır. Ancak insan olarak sevgiye duydukları ihtiyaç cinselliklerini yaşamaya iter. “Kişi kendinden istedikleri için dolayısı ile olduğu kişi için nefret eder… Kişinin ne istediğinin ve kim olmak istediğinin peşinden gitmesi tekrarlanan yeminlere ve hayal kırıklıklarına neden olur. Sevgi özgürleştireceğine lanetler.” (Moss, 2003) Eğer birey bu duyguları aşamazsa intihara gider.
HOMOFOBİ VE ŞİDDET
Ulusal Eşcinsel Görev Gücünün (National Gay Task Force) 1984 çalışmasına göre erkek eşcinsellerin %90′ı, kadın eşcinsellerin %75′i cinsel yönelimleri nedeni ile sözel tacize maruz kaldılar. Toplamda %50’si de fiziksel tacize maruz kaldı. Şiddet Karşıtı Cemiyete (Community Against Volence) göre eşcinsel ve lezbiyenlere karşı işlenen nefret suçları 1991 ve 1995 arasında %35 arttı. Cullen, Wright ve Alessandri homofobiyi etkileyen bazı değişkenleri ortaya koyuyor: bireyin geleneksel cinsiyet rollerine olan bağlılığı, dine olan bağlılığı, dini, eşcinsel kadın ve erkeklerle arkadaşlık kurup kurmadığı ve empati derecesi. Geleneksel cinsiyet rollerine bağlılık duyanlar – imkansız olmasa da – bu tarz cinsel kimliklere tolere etmeyi çok zor bulabilirler.
Araştırmalara göre heteroseksüel erkeklerin eşcinsellere karşı olan saldırganlığı heteroseksüel kadınlardan daha yüksektir (Herek, 1988). Herek’e göre bunun nedeni kadınlarla erkeklerin farklı tecrübeelri olmasıdır. “Farklı” olan erkekelri redderek erkekler kendi maskülenliklerini onaylamaktadır. Heteroseksüel kadınlar ise lezbiyen ve geylerin varlığını kendi cinsel kimlikleri için bir tehdit olarak görmemektedir. Eşcinsellere karşı daha az saldırgan oldukları için kadınlar eşcinsellerle kişisel olarak daha çok ilişki içinde olur. İlişki içinde olmak ve kişise tanıma homofobi seviyesini fazlası ile azaltmaktadır. Eşcinsellerle kişisel ilişki kuranlardaki homofobi oranı kurmayanlara göre çok düşüktür çünkü bu kişiler eşcinseller ilgili sterotiplerin doğru olmadığını birinci elde görmüştür. İletişim ayrıca eşcinsellerin tanınmasında ve anlaşılmasında, dolayısı ile farklılıklardan doğan endişenin azalmasına neden olur.
HETERONORMATİVİTENİN NEDEN OLDUĞU HOMOFOBİ HERKESİ İNCİTİR
Blumenfeld’e göre cinsel azınlıklar Amerika’daki en nefret edilen azınlıktır. Batı toplumunun dünyadaki diğer toplumlara göre biraz daha açık fikirli olduğunu kabul edersek bu diğer ülke ve kültürlerde homoseksüellerin durumu için korkutucu bir sonuç doğurur. Blumenfeld terminolojideki paradoksu şöyle anlatıyor; “…toplumun çoğunluğuna göre aynını sevmek (homo-seksüellik) sizi farklı yaparken, farklıyı sevmek (hetero-seksüellik) sizi aynı yapar.”
Homofobi iki seviyede topluma zarar verir: azınlık gruplarına negatif duyguları arttırarak dışlanma, hukuki hakların dışında tutma ve fiziksel şiddete dönüşür. Sürekli bunlara maruz kalan bireyler diğer insanların negatif duygularını içselleştirir. Böylece bu bireylerin duygusal gelişimi de engellenir ve psikolojileri hasar görür. Blumenfeld homofobiyi dört farklı seviyede anlatır:
– Kişisel homofobi cinsel azınlıkların ya acınması (çünkü durumları hakkında birşey yapamamaktadırlar) ya da nefret edilmesi (çünkü psikolojik ya da genetik olarak bozukturlar, doğanın karşısındadırlar, ahlak dışıdırlar, günahkardırlar ya da iğrendiricidirler) kişiler olarak algılanmasıdır.
– Kişilerarası homofobi bireyler arasındaki ilişkinin önyargı ile yönlendirilmesidir. Bu da ayrımcılığa yol açar. Yaftalamak, şakalar yapmak, şiddete dönüşen sözel ya da fiziksel tacizler buna örneklerdir. Ayrımcılık cinsel kimliğe bağlı olarak aile, arkadaşlar ve iş ortamında olabilir.
– Kurumsal homofobi devlet, iş, eğitim ve dini kurumlarda yaşanan ayrımcılıktır. Bu ayrımcılık genellikle hukuk ile hayata geçer. Örneğin bazı kiliseler aktif olarak eşcinselleri cemaatlerinden çıkarır ve eşcinsellik karşıtı çalışmalar yapar.
– Kültürel homofobi toplumun sosyal normalarının ayrımcılık ve baskı yaratmasıdır. Cinsel azınlıklar toplumsal kültür içinde mümkün olduğu kadar görünmez kılınmaya çalışılır. Tarihteki cinsel azınlıklar kayıta alınmaz ya da tarihteki ünlü kişilerin cinsel kimliklerine atıfta bulunulmaz. Cinsel azınlıklar sosyal kontrol için mümkün olduğunda sterotipleştirilir ve yaftalanır.
Oluşan baskı baskıcıların kendilerini ya da değer sistemlerini korumak, baskı gören grubun sahip olmadığı önceliklere sahip olmak gibi yapay avantajlar yaratsa da baskıcılar da ortadaki baskıdan zarar görür.
Blumenfeld homofobinin tüm insanlara olan zararlarını listeler. Homofobi sadece çok kalıplaşmış cinsiyet rollerini kabul eder. Bu rollere uymayan kişiler (heteroseksüel olsalar dahi) yaratıcılıkları ve kendilerini ifade şekilleri için cezalandırılır. Yaşamın zenginliği ve insan cinselliğinin çeşitliliği göz önüne alındığında sınırlı cinsiyet rolleri bu çeşitliliği yansıtmamaktır.
Homofobik davranışlar insanları diğer insanlardan nefret etmeye, onları reddetmeye ve yargılamaya, sonuç olarak da zarar vermeye iter. Bu kişilerin inanç ve hayat filozofilerine karşı ise bireyin içinde psikolojik ve ruhsal çelişkiler yaratabilir ve bireyin ruhsal ve psikolojik bütünlüğü bozar.
Homofobi bireylerin kendi cinsiyetinden bireylerle olan ilişkilerinde sınırlamalar ve rahatsızlıklar yaratmaktadır. Bu bireylerin kişisel hayatlarını ve sosyal destek sistelerini zayıflatır. Bekar kişiler bundan etkilenebilecekleri gibi evli olan ancak evlilikte aradığı sıcaklığı ve desteği bulamayanlar da etkilenir, başka kaynağa yönelemedikleri için izolasyon ve yalnızlığa itilir. İyi evliliklerde bile çiftler izole olabilir.
Homofobi sosyal iletişimi sınırlar. Blumenfeld’e göre “İnançları ne olursa olsun aileler lezbiyen, gey, biseksüel ve transcinsiyet çocuklar doğurmaya devam edecek. Politik sağ eşcinselliğin geleneksel çekirdek aileye zarar verdiğini iddia etmektedir. Gerçekte homofobi ailelerin ve aile bireylerinin arasındaki ilişkiyi zayıflatmakta ve bozmaktadır.” Bir çocuğun ailesi tarafından reddedilmek korkusu ile eşcinsel olduğunu gizlemek zorunda kalmasının aileye bir faydası olamaz. Bunlar homofobinin sonuçlarıdır.
Homofobi sadece cinsel kimliği farklı olanı damgalanmaya, sessizliğe ve hedef gösterme itmekle kalmaz. Farklı olana karşı pozitif davranış gösterme taraftarı olanları da dışlar. Kişiselerde homofobi geleneksel değerlere destek vermeyenlere karşı avlara dönüşmüştür.
Feministlerin söylediği gibi nasıl ki seksizm insanlık nüfusunun yarısının insanlığa katkısını yok ediyorsa, homofobi de cinsel azınlığa ait pek çok yetenekli ve yaratıcı insanın insanlığa katkısını reddetmektedir.
Homofobi çeşitliliğe tolerans göstermez. Blumenfeld’e göre “Homofobi bütün çeşitlilik anlayışını reddeder, yani dominant kültür akımının dışında kalan herkesi eninde sonunda hedef tahtasına alır. Bu nedenle birimiz bir özelliğimizden dolayı aşağılandığında aslında hepimiz aşağılanırız.”
Homofobi negatif davranış, negatif tavır ve nefret demektir. Negatifliğe çok fazla enerji akar. Bu enerji çok daha iyi yerlere harcanabilir.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın