fobi_belirtileri_nelerdirBirinci olarak; gerçekten yaşanmış olaylar, korkular fobiye dönüşebilir (Freud, 1915). Örneğin; uçağı düşme tehlikesi geçirmiş bir kişi, bu tehlikeyi ne kadar iyi atlattığına odaklanamayıp, korkusunu her uçak sözü duyulduğunda ya da uçak gördüğünde kontrol edilemez bir şekilde yaşayabilir.

Travmatik bir deneyime maruz kalmak veya birinin maruz kaldığını görmek de fobinin doğuşuna sebep olabilir. Örneğin, çocukken bir yakınının asansörde kaldığını gören biri asansör fobisi geliştirebilir.
İkinci olarak; nörotik korkular fobi halinde dışsallaştırılabilir. (Levinson ve Carter, 1986). Burada kişinin bilinçdışı korkuları çoğunlukla ilgisiz bir durumla sembolize olur. Örneğin, kişinin geçmişten getirdiği ‘kontrol etme’ veya ‘ölüm’ temaları, daha önce herhangi olumsuz bir olay yaşamamasına karşın bir nesneyle birleşebilir. Böylece kişi ölüm korkusu yerine uçak, doktor vs. korkusu yaşar. Nesneyi, nesne karşısında kendisini kontrol ederek, uzak durarak içsel kaygılarını kontrol etmeye çalışır.

Günümüzde artık her fobinin tedavisi mümkündür. Özellikle psikoterapi ile kısa sürede çözüme ulaşılmaktadır. Bilişsel-davranışçı terapilerin ve Hipnoterapinin bu konuda en iyi sonuç alınan ekoller olduğu söylenebilir. Hipnoterapi fobiyle çalışırken, fobiyi oluşturan tüm etmenleri; geçmiş travmaları, fobiyle eşlenen duygu, düşünce, görüntü, beden duyumu gibi bağlamsal özellikleri hedef alır. Ayrıca pek çok terapi ekolünde kullanılan ek teknikler; rahatlama egzersizleri, korkulan durumları hayalimizde canlandırarak uygulanan teknikler, nefes egzersizleri kaygının başladığı her noktada kişilere yardımcı olabilir.”

chaz-bono-forced-to-eat-junk-food-on-dancing-with-the-stars

Zayıflamak isterken kalp sağlığından olmayın

Hızlı kilo verdiren birçok diyet her zaman olduğu gibi yine herkesin gündeminde. Ancak hızlı kilo verdiren diyetler kalp sağlığı açısından tehlike yaratıyor.

İSTANBUL – Uzun süren açlıklar, tek tip besinlerin alındığı diyetler ve tüm kış hareketsiz kalan bedenin birden egzersizle tanışması… Hızlı kilo vermek uğruna yapılan tüm bu davranışlar kalp sağlığını olumsuz etkiliyor.

Sağlığı tehlikeye atmadan zayıflamanın en önemli kurallarından birinin verilen kilonun haftada 0,5-1 kiloyu aşmamak olduğunu belirten Kardiyoloji Uzmanı Dr. Utku Zor, kalp sağlığını zorlayan diyetlere dikkat çekti. Dr. Zor’a göre zayıflamak isterken kalp sağlığını bozan 5 hata şöyle:

1- Uzun süreli açlık tansiyonu ve kan şekerini etkiler: Kısa süre içerisinde fazla kilo vermek isteyenlerin yaptığı en önemli hatalardan biri şok diyetler. Bu diyetlerde uzun süreler aç kalınıyor ve öğünlerdeki yemek miktarları çok az oluyor. Öğün atlayarak yapılan diyetlerde ilk olarak metabolizma bu durumdan etkileniyor. Tansiyonda ani düşüşler ve kan şekerinde düzensizlikler meydana geliyor. Bu durumu takiben de aşırı halsizlik, baygınlık gibi sorunlar yaşanabiliyor.

2- Şok diyetten sonra hızla alınan kilo, diyabet riskini artırır: Şok diyetlerle verilen kilolar genellikle çok hızlı bir şekilde geri alınıyor. Yaza zayıf girmek sağlansa da sonbaharda diyetin bırakılmasıyla birlikte kilolar verilenden daha hızlı bir şekilde alınıyor. Ani kilo vermek ve ardından hızlı şekilde almak insülin direncine yol açarak şeker metabolizmasında dalgalanmalara neden olabiliyor. Bu tür dalgalanmalar da kişinin ileride şeker hastalığına yakalanma riskini artırıyor.

3- Ani kilo alıp vermek kalp krizi riskini artırır: Beslenme düzeninde yapılan ani değişiklikler, kolesterol profilinde de dalgalanmalar yaşanmasına neden oluyor. Kısa sürede yüzde 10 veya daha fazla kilo artışı olan orta yaşlı bireylerde ilerleyen yıllarda kalp krizi riskinin arttığı gözlemleniyor.

4- Protein diyetleri kolesterolü dengesini bozabilir: Son zamanlarda sıklıkla tercih edilen tek tip beslenmenin uygulandığı diyetler ilk etapta hızlı kilo vermeyi sağlıyor. Ancak uzun süre yapıldığında vücutta pek çok dengenin alt üst olmasına neden olabiliyor. Sadece proteinden zengin gıdaların alınması kolesterol profilini olumsuz etkileyebiliyor. Hayvansal gıdaların sık olarak tüketilmesi kolesterol ve doymuş yağ oranını artırıyor. Bu diyetlerle kilo kaybı yaşansa da kişilerin kötü kolesterol düzeyleri artıp, iyi huylu kolesterol düzeylerinde düşüş yaşanıyor. Ayrıca fazla protein alımının diyabet riskini artırdığı yakın zamanda açıklanan çalışmalar ile gösteriliyor.

5- Spora aniden yüklenmek kalp krizi riskini artırır: Kış boyunca hareketsiz kalanların bahar aylarında zayıflamak için spora başlaması ve vücuda hızlı bir şekilde yüklenmesi kalp krizine bile neden olabiliyor. Özellikle 40 yaşın üzerindeki bireylerde tansiyon ve kolesterol yüksekliği gibi sorunlar da yaşanıyorsa spora başlamadan önce mutlaka bir kardiyoloji hekimine muayene olmaları öneriliyor.

KALP SAĞLIĞINI KORUYARAK ZAYIFLAMAK MÜMKÜN

1- Şok diyetlerden kaçının: Ani kilo alıp vermeler kolesterol ve şeker metabolizmasında dalgalanmalara neden olabiliyor. Bu durum da şeker hastalığı ve kalp krizi gibi risklerini beraberinde getirebiliyor.

2- Hedefiniz uzun vadede kilo vermek olsun: Sağlıklı diyetin en önemli kurallarından biri hızlı kilo vermemek. Amacınız haftada en fazla 1 kilo vermek olsun. Ayda 4 kilo ve üzerinde kilo vermeyi vadeden diyetlerden uzak durun. Unutmayın ki hızlı verilen kilolar kısa sürede fazlasıyla geri alınıyor.

3- Beslenme alışkanlıklarınızda kalıcı değişiklikler yapın: Yediğiniz yemek miktarlarını azaltmak yerine kalori dengesi yapın. Öğünlerinizdeki karbonhidrat ve protein değerlerini dengede tutun. Bu durumu da hayat boyu devam ettirmeyi hedefleyin.

4- Akdeniz diyetini uygulayın: Sağlıklı yaşamı desteklediği gösterilen tek diyet Akdeniz diyetidir. Sebze, meyve, kuru baklagil, balık ve zeytinyağının bolca yenildiği, kırmızı et tüketiminin ise az olduğu bu diyet, hem lezzet hem de sürdürülebilirlik açısından etkili.

5- Egzersizi hayatınızda devamlı kılın: Egzersiz yapmak denildiğinde aklınıza çok karışık egzersiz programları gelmesin. Günde 30-45 dakika tempolu bir yürüyüşü haftada 4-5 kere tekrar etmeniz sağlığınızı korumak veya iyileştirmek için yeterli. Daha yüksek tempoda yapılan sporun kalp ve damar sağlığı açısından fazladan bir faydası olduğu bilimsel olarak gösterilmiyor.

6- Spora başlamadan önce doktor kontrolünden geçin: Spora başlamadan önce mutlaka doktor kontrolünden geçmek gerekiyor. Özellikle 40 yaşından sonra sporun yüksek tempoda yapılmaması gerekiyor. Yakın zamana kadar egzersiz geçmişiniz yoksa ve kolesterol, tansiyon, sigara kullanımı, diyabet gibi sorunlarınız varsa spora başlamadan önce mutlaka doktor kontrolünden geçin.

Alıntıdır.(ntvmsnbc)

koc

Yaşam Koçu Kimdir ve Yaşam Koçluğu Nedir?

Günümüzde kişilerin hayatlarında karşılarına çıkan engellerle ve problemlerle baş etmek için profesyonel yardım arama eğilimleri sürekli giderek artmaktadır. Psikolojik danışmanlık, psikoterapi ve yaşam koçluğu genellikle aynı problemlere yönelik çalışmasa da insan hayatını daha kaliteli ve daha doyumlu hale getirmeye çalışmaları bakımından benzer yönleri bulunmaktadır.

Yaşam koçluğu normal şahısların hayatları ile ilgili önemli kararlar almalarına veya zorlu dönemeçlerden geçerken kişilerin doğru adımları atmalarına yardımcı olmak üzere planlanan profesyonel bir yardımdır.

Yaşam koçluğu; psikolojik problemi olmayan ve yaşamında normal davranışlar sergileyen kişilerin hedeflerine daha hızlı ve etkili ulaşmasına yardımcı olmak maksadıyla verilen profesyonel bir kişisel gelişim hizmetidir. Yaşam koçu olan kişi, Psikologların ya da Psikiyatrinin uzmanlık alanına giren anormal davranışlarla, psikolojik hastalıklarla ve psikolojik problemlerle ilgilenmez. Normal davranış sergileyen bireylerin hayatında nasıl daha başarılı olabileceğiyle ilgilenir. Tedavi edici değil, geliştiricidir.

Günümüz hayat koşulları hızlı değişimlere ayak uydurmamızı zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle insanlar iş hayatında ve özel yaşamlarında profesyonel desteğe ihtiyaç duyabilirler.

Yaşam Koçluğu kişisel hedeflerine ulaşmalarında insanlara bir yol haritası sunar. Alanlarında başarılı olmuş binlerce bireyin, hayatları boyunca elde ettikleri deneyimleri(tecrübeleri) danışanlara aktarır. Bu deneyimlerin ortak özelliklerini araştırır ve bireylerin kullanabilecekleri mantıklı stratejiler haline çevirir.
Yaşam Koçluğu iki genel başlık altında toplanabilir:

  • Mesleki Yaşam Koçluğu (İş dünyası, Spor, Sanat, Siyaset)
  • Kişisel Yaşam Koçluğu ( Motivasyon, İletişim, İlişkiler, Farkındalık Kazanma)

 Kimler (yaşam koçu) başvurabilir?

Bir başkasının tasarladığı veya başkaları tarafından uygun görülen bir hayatı yaşadığını hisseden ve kendi hayatı ile ilgili kontrolü eline almak isteyen,
Hayat hedeflerini net olarak tanımlayamamış ya da hedef belirlediği halde onlara ulaşmak için gerekli inanç, cesaret, strateji, motivasyon ve desteğe sahip olmayanlar,

Kendi belirlediği hedeflere ulaştığı halde tatmin olamamış veya boşluk duygusu hissedenler,
Hayatı ile ilgili önemli kararlar almak durumunda olan ve kendisini bu konuda yetersiz olarak algılayanlar,
Hayatında değişime ve gelişmeye açık ve istekli olanlar yaşam koçluğu hizmetinden yararlanabilirler.

 Yaşam Koçluğu’nun amaçlarını şöyle sıralayabiliriz;

  • kişisel vizyon ve hedefler belirlemek,
  • kişilerin daha iyi hedefler belirlemelerine ve hedeflerine daha hızlı ulaşmalarına yardımcı olmak,
  • kişilerin yaşamlarını, değerleri ve öncelikleri çevresinde konumlandırabilmelerini sağlamak,
  • kişilerin yaşamlarında önemli değişiklikler yapmalarına ve kararlar vermelerine yardımcı olmak,
  • kişilerin sevdikleri bir yaşamı tasarlamaları ve yaşayabilmeleri konusunda onlara destek vermek,
  • kişilerin kariyerlerinde ve işlerinde öne geçmelerine yardımcı olmak,
  • kişilerin daha iyi kararlar vermelerini sağlamak,
  • kişilerin ilişkilerini geliştirmek,
  • kişilerin yaşamlarındaki stresi azaltmak,
  • kişilerin daha etkin bir yönetici ya da işadamı / kadını olmalarına katkıda bulunmak.

Yaşam koçluğu normal insanlara yönelik olmakla birlikte, normal ve anormal arasında genellikle ince bir çizgi olduğundan, kişinin davranış veya düşünüş biçiminin bu sınırda bulunduğu durumlarda kişinin durumunu ayırt edebilmek için psikolojik bozukluklar konusunda bilgi sahibi olan psikologların yaşam koçluğu hizmetini vermeleri daha uygundur. Çünkü Psikolog, bireyin psikolojik açıdan normal olduğu durumlarda yaşam koçluğu hizmetini verebilir, psikolojik sorunları olduğu durumlarda ise danışmanlık ya da terapi uygulayabilir. Normal veya anormal sınırını bilen ve psikolojik sorunları olan insanları tespit edebilen kişinin psikoloji alanında eğitim almış olması gerekmektedir.
Yaşam koçluğunun terapiden farkı bir psikolojik bozukluğu tedavi etmeye çalışmamasıdır. Kişinin iş yaşamında, özel hayatında daha etkin olmasını sağlamaktır. Fakat tedavi edilmesi gereken bir durum varsa sadece yaşam koçluğu değil aynı zamanda psikoterapinin de uygulanması gerekir.
Yaşam koçluğu için başvuran bireylerin en önemli ortak özelliği genellikle başarı motivasyonu yüksek ve yaşamını daha iyi yönetme konusunda oldukca istekli kişiler olmaları.

hvsterapi-Fibromiyalji nedir, belirtileri nelerdir? Nasıl tedavi edilir.
Fibromiyalji, osteoartritten sonra en yaygın olan arterit ilişkili hastalıktır. Halen günümüzde çoğunlukla yanlış teşhis konur ve yanlış anlaşılır. Karakteristikleri arasında yaygın kas ve eklem ağrısı, yorgunluk ve diğer semptomlar vardır. Fibromiyalji depresyona ve sosyal izolasyona neden olabilir.
Fibromiyalji sendromunu (FMS) anlatırken, semptomlara değineceğiz, teşhisi ve tedavisinden bahsedeceğiz. Fibromiyaljinin hayatımızdaki etkilerinden de bahsedeceğiz. Bu etki FMS ile gelen büyük fiziksel ve psikolojik zorlanmadan dolayıdır. Bu zorlanmalar çalışma saatlerimizi azaltarak, gelir ve hatta iş kaybına yol açabilir.
Fibromiyalji sendromu semptomlar topluluğudur. Bu semptomlar bir arada oluştuğunda, belirli bir hastalığın veya hastalığın gelişme ihtimalinin çok yüksek olduğunun habercisidir. Fibromiyalji sendromunda şu semptomlar çoğunlukla gerçekleşir:
“    Anksiyete veya depresyon
“    Düşük acı eşiği veya hassas noktalar
“    Aciz bırakan yorgunluk
“    Geniş alana yayılmış ağrı
12 milyon Amerikalıda Fibromiyalji vardır. Çoğunluğu yaşları 25-60 arasında değişen kadınlardan oluşur. Kadınlar erkeklere nazaran 10 kat daha fazla bu hastalığa yakalanırlar.
Fibromiyalji her yerinizin ağrımasına neden olur. Felç edici yorgunluk semptomlarına sahip olabilirsiniz-hatta uyanırken bile. Vücuttaki belirli noktalara dokunulması bile acı verir. Şişlik, yoğun seviyede rahatsızlık veya dinlendirici olmayan uyku ve ruh hali rahatsızlıkları veya depresyon deneyimleyebilirsiniz.
Hiçbir egzersiz yapmadan ve hatta herhangi bir nedeni olmadan, kaslarınız sanki aşırı çalışmış veya çekilmiş gibi hissedebilirsiniz. Bazen kaslarınız seğirir, yanar veya bıçak gibi bir ağrı saplanır.
Bazı Fibromiyalji hastalarının boyun, omuz, sırt ve kalça eklemlerinde ağrı ve acı olur. Bunlar uyumalarını ve egzersiz yapmalarını engeller. Diğer Fibromiyalji semptomları şunlardır:
“    Abdominal ağrı
“    Anksiyete ve depresyon
“    Kronik baş ağrısı
“    Uyuyamama veya uykusu hafif olma
“    Ağız, burun ve gözlerde kuruluk
“    Kalkar kalkmaz yorgunluk
“    Soğuğa ve/veya sıcağa karşı aşırı hassasiyet
“    Konsantre olamama (fibro fog denir)
“    İnkontinans
“    Irritabl Bağırsak Sendromu (Bowel Sendromu)
“    Parmaklarda veya ayakta uyuşma veya karıncalanma
“    Ağrılı adet görme
“    Tutukluk
Fibromiyalji osteoartrit, bursit (kesecik iltihabı) ve tendinit (tendon iltihabı) benzeri işaretler ve hislere neden olur. Bazı uzmanlar bunu arterit ve benzeri rahatsızlıklar grubuna koyar. Fakat bursit ve tendinit ağrısı belli bir bölgede olur, oysa Fibromiyalji geniş alana yayılan ağrı ve acıdır.
FİBROMİYALJİ TANI
Fibromiyalji teşhisinde belirli bir laboratuvar testi yoktur. Doğru bir teşhis koyabilmek için doktorunuz kapsamlı bir fiziksel muayene yapacaktır ve tıbbi geçmişinizi inceleyecektir. Genellikle fibromiyaljiye eleme yöntemiyle teşhis konur. Yani doktorunuz benzer semptomları olan diğer hastalıkları eleyerek teşhis koyacaktır.
Daha ciddi hastalıkları elemek için, doktorunuz belirli kan testleri yapacaktır. Örneğin, doktorunuz tam kan testi isteyebilir. Glikoz, tiroit gibi testler de isteyebilir, çünkü bunlar da benzer semptomlara sebep olur. Yorgunluk, kas ağrıları, halsizlik ve depresyon semptomları arasındadır.
Diğer hastalıkları elemede kullanılabilecek diğer laboratuvar testleri şunlardır: lyme titer, antinükleer antikorlar (ANA), romatoid faktör (RF), eritrosit sedimentasyon oranı (ESR), prolaktin seviyesi ve kalsiyum seviyesi.
Ayrıca doktorunuz bir inklüzyon teşhisi yapacaktır. Yani American College of Rheumatology tarafından belirtilen Fibromiyalji sendromunun tanısal kriterlerine semptomlarınızın uyduğundan emin olacaktır. Bu kriterler en az üç ay boyunca geniş bir bölgede-bedenin hem sağı hem solu, belin üstü ve altı, göğüs, ense, sırtın ortası veya altı-süre gelen ağrı, bedenin çeşitli yerlerinde hassas noktalar bulunmasıdır.
Doktorunuz yorgunluk, uyku bozukluğu ve ruh hali bozukluğu gibi semptomların şiddetini değerlendirecektir. Bu, FMS’nin yaşam kalitenizde, fiziksel ve duygusal fonksiyonlarınızdaki etkisinin ölçülmesine yardımcı olacaktır.

Alıntıdır(WebMD)

stres.STRES NEDİR,NASIL ÖNLENİR !.
Stres, organizmamızın fiziksel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi veya zorlanmasıyla ortaya çıkan GERGİNLİK durumudur. Tehlikeyle yada sınır durumuyla karşılaşıldığında; beynin ve sinir sisteminin su ve tuz dengesi korunmuş durumdaysa, beynin kortex bölümü,durumu süzgeçleyerek doğru karar vermemizi sağlayacaktır. Eğer su ve tuz dengesi faaliyet için yeterli değilse, ilkel beyin denilen Amigdala devreye girecek, bulunduğumuz durumdan kaçışımızı sağlayacaktır ama çözüm üretemeyecektir. Stresin 3.aşaması olan Alarm, Direnç ve Tükenme dönemlerinin ilk ikisi aşamasında beynin hidroelektrik enerji üretebilmesi için su ile takviye edilmesi yoluna gidilirse, strese yol açan sebepler süzgeçlenir, çözüm yolları aranıp bulunur ve tükenme dönemi yaşanmadan beden eski sağlıklı durumuna döndürülebilir. Eğer bu yol izlenmez, vücut uzun süre su kıtlığına uğratılır ise tükenme dönemi zorunlu olarak yaşanmak durumunda kalınacaktır. stresten kurtulmak için çaba harcamadan uzun süre strese katlanan insanlarda daha fazla su kıtlığı oluşacak ve bunun sonucu olarak vücut için gerekli olan triptofan, trozin…gibi aminoasitler korunamayıp yetersiz hale getirilecektir. Bunun sonucu olarakta farklı doku ve organlarda onarımı güç hasarlar oluşacaktır. Strese girildiğinde hemen bol miktarda canlı aktif su içilmelidir. Çünkü kronik su kıtlığı olan dehidrasyon stresin kaynağıdır. Stres vücutta bir çok hastalığa zemin hazırlar.
KESİN ÇÖZÜM; Vücudumuzu hergün, temiz hafızalandırılmış-canlı içme suyu, kolloidal yapıdaki doğal kristal tuz ve eksi iyonları artırılmış hava vitaminleri olan temiz oksijen ile buluşturup doğal iyileştirme gücümüzü artırmaktır. Uyuşturucu ilaçlarla geçici olarak rahatlatma çözüm değil, bilakis uyuşturucu bağımlılığına doğru giden, telafisi belki de mümkün olamayacak bir yöntemdir.

(Alıntıdır)


Çocuklarda Davranış Bozuklukları:

images– Karşıt olma karşı gelme bozukluğu nedir?

– Bu çocuklar herkese karşı savunmacı tutum mu geliştiriyorlar?

– Düşmanca ve olumsuz davranışlarla ortaya çıkar mı?

– Kimlerle tartışırlar?

– Hangi kurallara karşı gelirler?

– İnsanları isteyerek mi kızdırırlar?

– Kendi hataları için başkalarını suçlarlar mı?

– Çevreyle ilişkilerindeki bozulmalar onları izole eder mi?

– Ergenlik öncesinde erkeklerde daha sık olmasının sebepleri nelerdir?

– Karşı gelme davranışları ne kadar sürerse yardım alınmalıdır?

– Bunları memnun etmek mümkün müdür?

– Okulda neler yaşarlar?

– Arkadaşlarını sabote ederler mi?

– Öğretmenle de sorun yaşarlar mı?

– Alıngan olurlar mı?

– Başkaları tarafından kolayca kızdırılır, kışkırtılırlar mı?

– Küfreder veya açık saçık konuşurlar mı?

– İnatçılıkları nasıl kırılabilir?

– Hangi hastalıklar eşlik eder?

– Dikkat sorunları yaşarlar mı?

– Pasif agresif davranışları görülür mü?

– Tedavide terapi nasıl yapılır?

Bunun gibi tüm sorunlarınız için bizi arayabilirsiniz…

HVS Terapi Merkezi 0536 712 45 34

 

Disleksi; (Okuma Güçlüğü ve Zorluğu)

disleksiDisleksi (Okuma Güçlüğü ve Zorluğu) 

Disleksi çok fazla bilinmeyen nörolojik bir sorundur. Çocuklarda konuşma, okuma, dinlenme yetilerinin öğrenilmesinde uygulamasında diğer çocuklara oranla değişiklikler ve zorlukların görüldüğü bir nevi öğrenme bozukluğu olarak tanımlanabilir. Çocukların beyninde herhangi bir problem söz konusu değildir. Bilhassa zekâları normaldir. Disleksi yalnızca bir tür kabiliyet eksikliği olarak tanımlanabilir. Disleksinin tanısı için ilk olarak çocukta değişik bir durum olduğu fark edilmelidir. Farklılıklardan dolayı teşhis için uzman kişiler tarafından muayene edilmesi gerekir. ( psikiyatrı, psikolog gibi)

Disleksi nasıl bir sorundur?

Normalde insanın beyni iki farklı yarımdan oluşur. dislekside beyin simetrik olarak aynı gelişmiştir. Bu durum karşısında okuma anında gözlerde daha fazla hareketlilik gözlenir ve yazılar iç içe girmiş şekilde algılanır. Okumada harflerin yerleri değiştirilerek okunabilir.

Disleksi bir grup adıdır ve kendi içinde 3 başlıkta incelenir:

  • Aritmetik sorunlar(discalculia)
  • Okuma sorunları(disleksi)
  • Yazma becerisinde sorun(disigraphia)

Disleksi sorunu olan çocuklarda en sık karşılaşılan problemler

  • Son olarak okumuş oldukları bir şeyi anımsamakta zorluk yaşarlar
  • Yazdıkları yazılar okunaksız ve oldukça karışıktır
  • Uzun cümle ve sözcüklerin telaffuzunda zorlanırlar
  • Ritim duyguları pek gelişmemiştir
  • Yaşıtlarına oranla okumada daha geç ve yetersizlerdir
  • Kendilerini ifade ederken ve konuşurken uygun kelime seçmekte güçlük yaşarlar
  • Hecelerin ve harflerin yerlerinde değişiklik yaparak okurlar
  • Okuma yaparken harf ve sözcüklerde atlama yaparlar
  • Okuma ve yazmada öğrenme güçlüğü yaşarlar
  • Aynı zamanda hem yazma hem de dinleme becerileri gelişmemiştir

Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra kendilerine özel yetenekleri de vardır;

  • Sezgileri son derece kuvvetlidir
  • Oldukça meraklı bir yapıya sahiptirler
  • Resme karşı son derece yeteneklidirler ve düşüncelerini resim ile ifade edebilirler

 

bilgisayar-bagimlisi
Bilgisayar ya da bilgisayar oyunu bağımlılığı, son dönemlerde sıklıkla karşılaştığımız bir sorun artık. Ders çalışmama, okula gitmek istememe, temel ihtiyaçlar dışında bilgisayar başından kalkmama, dikkat eksikliği ve ders başarısızlığı, engellenmeye tahammül edememe, kayıtsızlık ve çabuk duygusal doyum arayışı şikayetleri, ebeveynlerden en çok duyduğumuz şikayetlerdir.

Rahatsızlık çoğunlukla erkek çocuklarda 14-15 yaşlarında ortaya çıkmaktadır. Geçmiş öykülerinde, bu çocukların ilkokul döneminde dikkat eksikliği ve hiperaktivite tanısı aldığı ve derslerinde başarısız oldukları görülmektedir. Bu rahatsızlıkların tedavisinde ise ergenler, farmokolojik yardım almış olsalar da semptomlarda düzelme izlenmemiştir. Ergenler gün içinde o kadar çok bilgisayarla meşgul olmaktadırlar ki ailesel ve sosyal ilişkilerinden çekilmekte hatta günlük rutin ihtiyaçlarını bile karşılamaktan geri durmaktadırlar. Bu ergenlerin sosyal işlevselliği görünürde sorunsuz olsa da derinlik ve kalitede eksiklik görülmekte ve bu durum anne-babadan tepki görmektedir.

Ergenler, kısıtlı sosyal ilişkilerinden memnundur çünkü genelde sosyal ilişkilerini kendileri gibi bilgisayar oyunları oynayan ergenlerle kurmaktadırlar. Bu ergenlerin oluşturduğu oyun grupları, oyun eksenli bir araya gelmekte ve kendileriyle aynı dili konuşmayan kişilerle temas etmemektedirler. İnsanoğlu, anne karnındaki yaşantısından sonra fiziksel doğumla anneden ayrılmakla beraber psikolojik doğumu gerçekleştirip tam bağımlılıktan bireyselleşmeye giden yolu tamamlama ödeviyle doğar. Bu yol, anne-çocuk ilişkisinin temel eksenini oluşturur. Her bağımlılık ilişkisi, anne ilişkisine dayanır. Doyuran, besleyen, ihtiyaçları karşılayan anne, gelişim ilerledikçe bu özelliklerini kaybetmektedir. İnsanoğlu da iç dünyasındaki bu iyi anne temsilini değiştirmek ve dönüştürmek zorundadır. Ancak sonu gelmeyen arzu tatmini arayışı, insanoğluna bu cennetsi ilişkinin izini sürecek tutkuyu da aşılar. Arzuyu tatmin edecek, mutluluk verecek, tüketilse de hayatta kalacak iyi nesne(anne), hep aranır. Ondan ayrılmayı kabul etmek, yasını tutmak ve elde kalan boşluğu sağlıklı kanallarla yüceltmek ise zor bir gelişimsel ödevdir. Konumuz olan bilgisayar bağımlılığında ise ergenlikte tekrar eden, aktivite kazanan çocukluk çatışmalarının kendine özgü şeklini irdeleyeceğiz. Ergen, bağımlılık ritüelleriyle anneyle geçmişte kurulan tümgüçlü ilişkinin bitişini inkâr etmektedir. Ayrılmanın, bireyselleşmenin, tek başına olmanın, çağımızın narsistik döngüsünde oluşturduğu bilinçdışı kaygı, özellikle bilgisayar oyunları vasıtasıyla karşılanmaya çalışılmaktadır.

Bağımlı ergen, bir zamanlar annenin tüm arzularını ve saldırganlığını kabul eden, doyuran, tamamen bebeğin kontrolünde olduğu o büyüsel ilişkinin peşinde koşar. Bu patolojide ergenin bağımlılığından ziyade bağımsızlığa karşı seçilen savunmanın-defansın, ergenin ruhsal dünyası üzerinde ortaya çıkardığı tahribat daha önemlidir. Ergenler, saatlerce bilgisayar başında kalarak, günlük ihtiyaçlarından bile feragat edecek şekilde izole bir kozada, KNİGHT gibi savaş oyunlarında her gün yüzlerce cinayet işlemektedirler. Ergen, böylelikle her türlü insan-nesne ilişkisinden uzak durmakta ve dış dünyanın ilişkisel gerginliklerinden kaçınmaktadır. oyun içinde daha güçlü hale getirdiği savaşçılarıyla ergenler, anne ilişkisinde karşılayamadığı engellenme yaşantısının pasifliğini, ezikliğini, acizliğini tersine çevirmekte ve savaşçısına hükmeden bir iktidar kalkanıyla dış dünyanın ilişkisel gerginliklerini savuşturmaktadır.

Bu rahatsızlığın altında yatan dinamikler, yaptığımız araştırma göstermiştir ki erken dönem anne-çocuk ilişkisindeki doyumun eksikliğiyle başlayan süreçte, çocuğun denetim döneminde anne tarafından aşırı kontrol edilmesi ve bağımsızlaşmasının desteklenmemesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Denetim ilişkisi, daha önceki dönemde verilemeyen şefkat ve güvenin sonucunda, anne imgesinin olumsuz özelliklere sahip olmasıyla daha da sertleşmektedir. Olumsuz anne imgesi çocuğu denetlediğinde, kontrol yeteneklerini geliştirmesi ve sınır duygusunu öğrenmesi beklenen çocuk, anneyi olduğundan daha sert, cezalandıran ve affetmeyen, baskıcı bir figür olarak algılamaktadır. Bu arada, babaların da anneyle çocuğun ilişkisinde asıl otorite olarak yer edinemediği ve çocuğa rol modeli olamadığı görülmektedir. Aile içinde baskın kişi anne olurken, babalar annenin bıraktığı şefkat boşluğunu doldurmaya çalışmaktadır. Bu bozukluk, aile dinamiklerinin irdelenmesi ve anne-babanın çocuk yetiştirme tutumlarının çözümlenmesi ile sağlıklı bir damara oturtulabilir. Böylelikle çocuklukta geçilemeyen ruhsal basamakların aile terapisiyle sağlıklı bir şekilde geçilmesi sağlanabilir, ruhsal gelişme ve olgunlaşmaya imkân sunulabilir.

5976_2

Bir çocuk kendi kararlarını almak için sürekli başkalarından destek istiyorsa aslında yapabileceği şeyler için ailesine bağlı kalıyorsa bağımlılık söz konusudur.

Çok küçük çocuklar için bağımlılık normal, hatta sağlıklı bir durumdur. Fakat okul çağına geldiğinde bu durumun devam ediyor olması sorunlara neden olur.

NEDENLER:
Bağımlılık asla tek bir olay nedeniyle ortaya çıkmaz, yıllarca süren bir davranıştır ve birçok nedeni olabilir.

· Her zaman bir problemi ondan daha iyi çözen ya da bir duruma ondan iyi yaklaşan başkalarının olduğu öğretilerek bağımlılık yaratılabilir.

· Bağımlılık bazı çocuklar için daha güçlü hissetme yada ilgi çekmenin bir yoludur. Çocuğun “bana yardım edin, beni koruyun” mesajları daha fazla korunma ihtiyacın göstergesidir. Özellikle koruyucu tutuma sahip ailelerde çocuğun herhangi bir başarısızlığı çocuğun korunmaya ihtiyacı var gibi algılanır. Çocuğa ait bütün görev ve sorumluluklar “o yanlış bir şey yapar” anne ve babalar tarafından üstlenilmesi bağımlılık yaratabilir.

· Çocuklarına yeterince zaman ayıramadıkları için suçluluk duyan, çalışan anne babaların bu durumu telafi etmek isterken çocuklarının üzerine çok düşmeleri.

· Çocuklarına sınır çizmekte sorun yaşayan ve aşırı serbest bırakması olan tutumu bağımlılık nedenidir.

BELİRTİLER :
Aşağıdaki davranışlardan çoğunu uzun zamandır çocuğunuzda gözlüyorsanız bağımlılık problemi olma olasılığından söz edilebilir:

· Teneffüste diğer çocuklarla oynamak yerine onları izlemeyi yada öğretmeni ile oturmayı tercih ediyorsa

· Öğretmenden sürekli yönlendirme, onay ve kabul bekliyorsa,

· Öğretmeni yanında oturup her adımda yardım etmedikçe sınıf içinde etkinliğe katılmıyorsa,

· Sınıf arkadaşlarıyla işbirliği yapmaktan kaçıyorsa,

· Okula gitmek istemiyorsa, okul dışı etkinliklere katılmayıp, sürekli evde olmak istiyorsa,

· Yaşıtı çocuklarla karşılıklı bir arkadaşlık kurmayıp, bir iki iyi arkadaşa bağımlıysa,

· Anne babası yardım etmek için hazır olana kadar ödevlerini yapmayıp bekliyorsa,

· Topluluk içindeyken yetişkinlerden ayrılmak istemiyorsa

· Anne ve babası yanında olmadan başka bir yerde kalmak istemiyorsa,

· Anne babası yanında olmadığında huysuzlaşıyorsa

· Anne ve babası yokken bağımlılığını büyük kardeşe yada ona yakın olan birine yöneltiyorsa (büyük anne, büyük baba)

ÖNERİLER:
· Çocuğu sosyal ortamlara alıştırmak, bazen yalnız bırakmak, ufak ayrılıklar yaşatmak erken dönemde alınması gereken önlemlerdir

· Bağımlı davranışlar genellikle koruyucu anne tutumlarından kaynaklandığında anne babalar tutumlarını gözden geçirmelidir

· Çocuk kendi giyinirse ters giyer, ayrı yatakta yatarsa üstünü açar, ödevini kendi başına yaparsa yanlış yapar diye düşünerek anne babaya sürekli ihtiyaç getirmekten kaçınmalıdır. Çocuğun kendi işlerini kendi başına yapmasına fırsat verilmelidir

· Hem evde hem okulda çocuğa daha bağımsız olmasını öğretirken

Beklediğiniz davranışı açıkça ifade edin ve bunları yapmadığında ortaya
sonuçları anlatın:

ÖRNEĞİN:
· Çocuk okula giderken saati nasıl kuracağını öğrenmek zorundadır, zamanında hazırlanmazsa okul servisini kaçıracağını bilmelidir.

· Okuldan getireceği eşya ve ödevlerini koyacağı özel bir yer hazırlayın. Önce kendi ödevi ya da okuma kitabını bulmak ana babanın işi değildir.

· Ev ödevlerin küçük bölümlere ayırarak çalışmasını sağlayın. Eğer gerekli çalışmalar küçük parçalar halinde sunulursa, bağımsız çalışma ve başarı daha çok gerçekleşir.

· Bir kâğıt ve silinebilir bir tahta üzerine haftalık bir tablo yapın, çocuğunuzun uygun yapmasını istediğiniz davranışları tek tek yazın ve her gün için yaptıklarının işaretlemesini isteyin. Bağımsız olarak yaptığı davranışların sonunda onu ödüllendirin.

· Çocuğunuzun yapabileceği ve yapması gereken işlere müdahale etmemeniz konusunda kararlı olun. Her insan gibi yeni bir beceriyi öğrenirken çocuğu korumaya çalışmadan çabasını takdir edin.

· Çabası için verdiğiniz ödüller, başarısı için verdiklerinizden daha sık olsun.

Her gün ismini ve yaşını bilmediğimiz çocuklar aile bireyleri tarafından fiziksel, cinsel ya da duygusal ihmal veya istismara uğruyor. Medya aracılığı ile duyduklarınızdan, gördüklerinizden başka nice içe atılmış öyküler, sessiz çığlıklar, kabus dolu günler yaşanıyor.
Bütün bu gerçeklerle kaçarak değil, bilgilenerek ve etrafımızı doğru bilgi ile buluşturarak savaşabiliriz. Çocuklarımızı korumanın tek yolu eğitim.

CHILD-ABDUCTION-388

Çocuğuma cinsel bilgiler verirken nelere dikkat etmeliyim?
Çocuklarınıza cinsel eğitim verirken ya da onun sorduğu bir soruyu cevaplarken,
o Çocuktan talep geldiği zaman veya ana-baba gereksinim duyulduğunu hissettiği zaman verilen bilgi en uygunudur. 3 yaşından itibaren doğru bilgi ile çocuk buluşmalıdır.
o Çocuğun gelişim dönemine uygun bilgilendirme yapılmalıdır. Yaşından fazla bilgi çocukta kafa karışıklığı yapabilir.
o Kısa, gerçek ve net cevaplar vermelisiniz.
o Yetişkinin beden dili, konuşulanların içeriğinden ve kullanılan dilden daha önemlidir. Bu nedenle konuşurken yüz ifadenize, ses tonunuza dikkat etmelisiniz.
o Bilgi veren yetişkinle özdeşim, duygusal olgunluğu kolaylaştırdığı için kız çocuğuna annenin, erkek çocuğuna ise babanın bilgi vermesi daha doğaldır.
o Gebelik ve doğumla ilgili bilgilendirmede, acılar ve sıkıntılar değil anne olmanın güzelliği anlatılmalıdır.
o Cinsel organlar çeşitli adlandırmalar ile değil “vajina”, “penis” , “testis”, “meme” gibi bilimsel adları ile öğretilmelidir.
o Erkek çocuğa, penise sahip olmanın bir üstünlük olmadığı yetişkinlerin bu organa odaklanmayıp doğal olarak algılamalarıyla öğretilebilir.
o Çocuğun ana-babasının vücudunu görmek ister. Bunu doğal olarak kabul etmek gerekir. Çocuk ne kadar küçük yaşta anne baba farkını görürse o kadar az soru sorma ihtiyacı hisseder.
o Reddetme ve azarlama tepkileri gösterilmemelidir. Çocuk kendini suçlu hissetmemelidir.
o 3-4 yaşından sonra cinsiyete uygun olarak giydirme ve rol beklentileri geliştirme, oyuncak seçimi, cinsel kimliğe uygun ebeveyn ile iletişim önem kazanır.
o Çocuğa cinsel organını keşfederken, bunu herkesin önünde uygun olmadığı anlatılmalıdır. Çocuğa vücuduna sahip çıkabileceği, başkalarının dokunma isteğine hayır diye cevap vereceği anlatılmalıdır.
o Özellikle de çocuğa kendisinden büyük kişilerin cinsel organına dokunmasının uygun olmadığı anlatılmalıdır.
o Cinsel istismara (saldırı, tecavüz, vb.) uğradığında hemen kendisini anlayabilecek, destek ve yardımcı olabilecek bir yakını ile bu durumu paylaşmalıdır.

bağımlılık

Fiziksel Bağımlılık

Fiziksel bağımlılık, maddenin varlığına karşın duyulan fizyolojik bir istektir. Beden maddeye karşı bir uyum geliştirir. Merkezi sinir sistemi hücrelerinin normal görevlerini yapabilmeleri için alışılan maddeye sürekli ihtiyaç duyulması halidir. Alışılan maddenin alınmaması halinde vücutta ortaya çıkan belirtilere yoksunluk belirtisi adı verilir. Fiziksel bağımlılıkta yoksunluk belirtileri ölüme yol açacak kadar şiddetli olabilir.

Psikolojik Bağımlılık

Psikolojik bağımlılık ise gereksinimlerini tatmin etme, doyum ve haz alma amacıyla maddeye düşkünlüktür. Keyif verici maddeyi belirli aralıklarla alma isteği duyulmasına denir. Kişi maddenin yokluğuna bağlı huzursuzluk duyar.

Araştırmalar ergenlik ve erken yetişkinlik dönemindeki bireylerin madde bağımlılığına daha yatkın olduğunu göstermektedir. Bunun sebepleri;

-Ergenler ve genç yetişkinlerin maddeyi deneme ve maddeye bağımlı olma oranlarının yetişkinlere göre daha fazla olması

-Yetişkinlerde saptanan bağımlılığın başlangıcının ergenliğe veya erken yetişkinliğe dayanması

-Madde kullanımına ne kadar erken başlanırsa bağımlılığın o kadar şiddetli olması

*Özellikle ergenlik döneminde sigara ve alkol kullanımı genelde otoriteye başkaldırışın sembolik ifadesi olarak başlar

Risk Faktörleri

Cinsiyet (erkeklerde daha yaygın)

Psikopatoloji (Bipolar bozukluk ve depresyon, Şizofreni, Sosyal fobi, Panik bozukluk, Travma sonrası stres bozukluğu)

Aile öyküsü (genetik yatkınlık, ebeveynlerin madde kullanımı)

Sosyal çevre (Maddeye ulaşılabilirlik, maliyet, arkadaş ortamı)

Bireysel öz geçmiş (bağımlılık geçmişi, maddenin pozitif pekiştirici etkisi, çocukluk çağı travmaları)

Koruyucu Yaklaşımlar

  • Birincil Koruyucu Yaklaşım

Yaşamı boyunca hiç madde ile karşılaşmamış kişilerin bu maddeleri kullanmaya başlamasını engellemek amacı ile yapılan çalışmalardır

(Bilgilendirme toplantıları, konferanslar, seminerler vs)

  • İkincil Koruyucu Yaklaşım

Madde kullanmaya başlamış ancak bağımlı hale gelmemiş kişilerin bağımlı hale gelmesini önlemek amacı ile yapılan çalışmalardır

(Kişinin kendi durumunu değerlendirmesini, kendisine   yardımcı olunabileceğini kavramasını sağlamak, sağlık kurumlarına başvurabileceğini öğretmek vs)

  • Üçüncül Koruyucu Yaklaşım

Belirli bir süre madde kullanarak madde bağımlısı haline gelmiş kişilerin tedavisinin sağlanarak geriye dönüşü olmayan sosyal ve tıbbi kayıplardan korumak, ölümü engellemek için yapılan çalışmalardır

(Ayaktan veya yatarak tedavi vs)

İnternet ve Teknoloji Bağımlılığı

İnternet ve teknoloji bağımlılığı da aynen diğer bağımlılıklarda olduğu gibi kişinin kendi iradesi ile kontrol edemediği, kendini o davranışı yapmaktan alıkoyamadığı ve bağımlısı olduğu teknolojik ürüne ulaşamadığında yoksunluk yaşadığı bir durum olarak tanımlanabilir.

-internette geçirilen süre giderek artıyorsa

-internette geçirilen süre kısıtlanmaya çalışıldığı halde bir türlü başarılamıyorsa

-internet kullanımı azaltıldığında veya kısıtlandığında sinirlilik/huzursuzluk oluyorsa

-internete girebilmek için bahane uyduruluyorsa

-internette geçirilen süre içerisinde yeme, içme, tuvalete gitme gibi fizyolojik ihtiyaçlar erteleniyorsa

-internette vakit geçirebilmek adına iş, aile, okul hayatı aksatılıyorsa bağımlılıktan söz edilebilir.

İnternet ve teknoloji bağımlılığı olan kişilerde sosyal fobi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, depresyon, alkol ve madde bağımlılığı gibi rahatsızlıkların daha sık gözlendiği bilinmektedir.

Ailelere Öneriler

-Dinleyin, konuşun

-Yargılamayın

-Tehdit etmeyin

-Sorgulamayın

-Öğüt ve emir vermeyin

-Örnek olun

-Açık olun

-Öğrenmesine yardım edin

-Arkadaşlarını tanıyın

-Hayır demeyi öğretin

-Sevin ve sayın

Çocuklarda kaygı bozuklukları
Özellikle 0-2 yaş döneminde (Anne ve babadan günler.)
Hepimiz hayata bazı kaygı temelleriyle adım atarız. “Sağlıklı kaygı” denilen kaygı türü tehlikelerden korunmak adına bize sorun olmak yerine faydalı ve gerekli bir durumdur. Ancak özellikle çocukların kaygı eşikleri düşük olmakla beraber pek çok etmenden çok kolay kaygılanıp korkabilmektedirler.
Hayal gücünün ve dil gelişiminin oldukça hızlı ve yeterli olduğu dört yaş civarlarına minikler gölgelerden, seslerden, yabancılardan, hayali varlıklardan korkmaya başlarlar.
Kaygı düzeyini arttırabilecek ve çocuğun yaşamını zorlaştırabilecek bazı etmenler vardır.
Anne-babanın kaygı düzeyinin yüksek olması:
Eğer durmadan çocuğunuza bir zarar geleceğinden, mikrop kapacağından korkuyor, ona aşırı müdahale edip gereğinden fazla korumaya çalışıyorsanız çocuğunuz bu hayatta başının dertte olduğuna inanır ve siz olmadan hareket dahi edemeyen kaygılı bir çocuğa dönüşür. Bağımlılık, obsesiflik ve aşırı kaygılı olma durumu bulaşıcıdır ve sizden çocuğunuza geçer.
Ani ses yükselmesi:
Pek çok kekemelik, tırnak yeme, alt ıslata gibi kaygı bazlı sorunların başlangıcı ya da arttırıcı unsuru olarak ev içi sözel-fiziksel şiddet öne çıkmaktadır. Çocuğunuzu uyarmak için dahi aniden ses yükseltmemelisiniz. Tutarlı ve kararlı bir ses tonu bağırmaktan daha etkili ve zararsızdır.
Çocuğu korkutmak:
“Bak amca sana iğne yapacak, kızacak. Yemeğini bitirmezsen kediler yiyecek. Öcüler geliyor.” gibi kısa süreli işe yarayan cümleler uzun vadede çocukta hasar bırakır. Otorite korkusu, özgüven eksikliği, gece korkuları da bu tür ifadelerle artar.

Tehdit etmek:
“Bıktım, seni bırakırım, senin annen olmam, hasta olurum” gibi cümlelerle çocuğun davranışını ona göstermeye çalışmak hiçbir işe yaramaz. Aksine davranışı geri planda kalır çünkü o çoktan sizi kaybedeceğinden korkmaya başlamıştır bile… Ayrılık kaygısı, terk edilme korkusu da okula gitmeme, anneden bir adım bile ayrılmama gibi yoğun kaygıları doğurabilir.
Anne-babadan sık ve fazla ayrı kalma:
Özellikle 0-2 yaş döneminde anne ve babadan günlerce ayrı kalmak ve bunun sıkça tekrarlanması çocuğun, güven objesine ve genele yayarak hayata güven duymasını engeller. Sürekli olarak yalnız bırakıldığına ve bırakılacağına inanır.
Çocuklarımızın kaygı düzeyini arttırmamak adına onların bireyselleşmelerini desteklemeliyiz. Küçük yaşlardan itibaren sorumluluklar vererek, aşırı korumadan, farklı ortamlara sokarak, hayatı tanımasını sağlayarak, psikolojik olarak iyi bir temel oluşturmalıyız.
Mutlu günler diliyorum.

gyksu_telmay_1
Psiko Yorum
Göksu Telmac

Çoğunlukla boşanma problemleri aile bütünlüğünün bozulmasına ve değişmesine neden olmaktadır. Çocuk için anne ve babasının boşanması kaygı içeren bir durum olmaktadır. Bu kaygının üzerine eğer anne ve babada da meydana gelen olumsuz düşünceler, duygu veya düşünceleri de eklenince çocuk daha fazla panik yaşamaktadır. Ayrıca çocuğun duygusal, sosyal gelişimlerini de büyük ölçüde etkilemektedir. Anne ve babanın arasında yaşadıkları pek çok problemden dolayı çocuk büyük endişe duyduğu gibi acaba ben ne olacağım sorusu daha çok kaygı duymasına neden olacaktır.

Çocuk genel olarak anne ve babasının bu davranışına pek anlam veremez.
Derslerini de çok kötü derecede etkilemektedir. Genellikle çocuğun aklı sürekli anne ve babasında olduğu için kendini derse istediği gibi veremez.

Çocuğun boşanma aşamasındaki sorunu ile tek başına mücadele etme durumu arkadaşları ile ilişkilerinin bozulmasına sebep olmaktadır. Ayrıca anne ve babasının boşanma problemi yalnızca kendi başına geldiğini düşünmektedir.

Çocukta büyük derecede duygusal çöküntüler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle anne veya baba çocuğunun bu durumunu fark ettiği zaman psikologa başvurmaktadır. Tabii ki psikolog daha çok çocuğun duygu ve düşüncelerinin üzerinde çalışır.
Ama aslında üzerinde durulması gereken konu anne ve babanın tutumudur. Bu nedenle pek çok çocuk anne ve babasının boşanma aşamasında psikolojik olarak çok etkilenmektedir. Bazı zamanlar çocuk anne babasının boşanma aşamasında iken psikolojik olarak dışa vurduğu bazı olumsuz davranışları vardır. Örneğin; aşırı hırçınlık ve saldırgan davranışları ortaya çıkmaktadır.

bosanma_davalarinda_dusus_2 Genel olarak duygu ve düşüncelerini başka biri ile paylaşamadığı için bu davranışlar ile dışa vurmaktadır. Çocuk özellikle söylenen hiçbir şeyi yapmaz ve anne babasından intikam almak için her türlü konuda sorunlar çıkarmaya başlar.

Bebeğinizin Zekasını Nasıl Geliştirebilirsiniz:

Genel olarak bebeklerin zekâ gelişimlerini desteklemek 0-1 yaşı arasında büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle uzmanlara göre bu dönemde bebeğin zekâ gelişimine destek için anne ve babaya büyük rol düşmektedir. Özellikle ebeveynin bebeği ile konuşması, onu güldürmesi, şarkılar söylemesi, onun için kitap okuması; çoğunlukla bebeğin öğrenme becerisinde ve gelişimi için çok büyük katkı sağlamaktadır.
Anne ve babalara bebeğinizin zekâsını geliştirmek için püf noktalar;
Bebeğiniz ile göz teması kurun: yeni doğmuş bebekler kısa zaman içersinde yüzleri birbirinden ayırt ederler ve annenin yüzünü bebek için çok önemlidir. Bebeğin anneye her bakışında belleği biraz daha oluşmaya devam eder.
Bebeğiniz ile uzun konuşmalar yapın: annenin bebeğin karşısında konuşması yalnızca alabileceğiniz boş bir bakıştır. Ancak konuşmalarınıza mutlaka kısa aralar verin, bebek annenin konuşma ritmini anlamaya başlar. Artık bebeğin anne konuşurken bakışları boş olmayacaktır.
Bebeğinize mutlaka anne sütü verin: özellikle anne sütü ile beslenen bebeklerde IQ’ları daha yüksek olduğu bilinmektedir. Anne bebeğini emzirirken onunla konuşmayı, şarkılar söylemeyi ve saçlarını okşamayı kesinlikle ihmal etmemelidir.
Bebeğinize dil çıkarın: son yapılan araştırmalarda özellikle yeni doğan bebekler iki günlük iken çok basit yüz hareketlerini taklit edebildiğini göstermektedir. Bu hareketlerde bebeğin erken problem çözme yeteneğinin oluşmasına yardımcı olmaktadır.
Bebeğinize aynadan kendisini gösterin: ayna karşısında bebeğinizin kendisine bakmasını sağlayın. Bebeğiniz ilk baktığında kendisine değil başka bir bebeğe baktığını düşünebilir ancak kollarını hareket ettirdiğiniz de ve gülümsetmelere de bayılacaktır.
Bebeğinizin ayağını gıdıklayın: genellikle bebeklerdeki espri anlayışının gelişmesini sağlayan ayaklarını gıdıklamak ilk adım olmaktadır. Anne bebeğinin ayak parmaklarından başlayarak çenesine kadar “geliyor “veya” seni yakalayacağım” oyunları oynamayı ihmal etmeyin. Genel olarak bu oyunlar bebeğinizin olabilecekleri tahmin etme becerisini oluşturan ilk adımdır.
Bebeğinize mutlaka şarkı söyleyin: yapılan araştırmalarda bebeğin dinlemiş olduğu müziğin ritmi, matematik öğrenme yetisi ile bağlantılı olduğu ortaya konmaktadır. Anne günlük yaptığı işleri bebeğine müzik eşliğinde anlatmalıdır.
Bebeğinizin bez değiştirme süresini mümkün olduğunca iyi değerlendirin: bebeğin altını oldukça yavaş değiştirin ve rutininizi anlatmak için neler yaptığınızı bebeğinize sakin bir şekilde anlatın.
Bebeğiniz ile Ce-e oyunu oynayın: bebeğiniz ile saklanma ve bulma oyunlarının yardımı ile objelerin önce kaybolup daha sonra geri geleceğini anlamasına yardımcı olur.
Bebeğinize değişik komik suratlar yapın: bebek annenin burnuna dokunduğunda bip sesi çıkarın, kafanıza vurduğunda ise değişik sesler çıkarın ve bu çıkardığınız sesleri 3-4 kez tekrarlayın.
Bebeğin kendi yemeği ile oynamasına izin verin: bebek hazır olduğunda yeni yemek tatlarını elleri ile yemesine izin verin.
Çevredeki her şeyi sayın: bebeğin el ve ayak parmaklarını, hatta oyuncakları bile sayın.images (1)

Bebekler ve Anneler

ademGenel olarak bebeklerin zekâ gelişimlerini desteklemek 0-1 yaşı arasında büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle uzmanlara göre bu dönemde bebeğin zekâ gelişimine destek için anne ve babaya büyük rol düşmektedir. Özellikle ebeveynin bebeği ile konuşması, onu güldürmesi, şarkılar söylemesi, onun için kitap okuması; çoğunlukla bebeğin öğrenme becerisinde ve gelişimi için çok büyük katkı sağlamaktadır.

Anne ve babalara bebeğinizin zekâsını geliştirmek için püf noktalar;

Bebeğiniz ile göz teması kurun: yeni doğmuş bebekler kısa zaman içersinde yüzleri birbirinden ayırt ederler ve annenin yüzünü bebek için çok önemlidir. Bebeğin anneye her bakışında belleği biraz daha oluşmaya devam eder.

Bebeğiniz ile uzun konuşmalar yapın: annenin bebeğin karşısında konuşması yalnızca alabileceğiniz boş bir bakıştır. Ancak konuşmalarınıza mutlaka kısa aralar verin, bebek annenin konuşma ritmini anlamaya başlar. Artık bebeğin anne konuşurken bakışları boş olmayacaktır.

Bebeğinize mutlaka anne sütü verin: özellikle anne sütü ile beslenen bebeklerde IQ’ları daha yüksek olduğu bilinmektedir. Anne bebeğini emzirirken onunla konuşmayı, şarkılar söylemeyi ve saçlarını okşamayı kesinlikle ihmal etmemelidir.

Bebeğinize dil çıkarın: son yapılan araştırmalarda özellikle yeni doğan bebekler iki günlük iken çok basit yüz hareketlerini taklit edebildiğini göstermektedir. Bu hareketlerde bebeğin erken problem çözme yeteneğinin oluşmasına yardımcı olmaktadır.

Bebeğinize aynadan kendisini gösterin: ayna karşısında bebeğinizin kendisine bakmasını sağlayın. Bebeğiniz ilk baktığında kendisine değil başka bir bebeğe baktığını düşünebilir ancak kollarını hareket ettirdiğiniz de ve gülümsetmelere de bayılacaktır.

Bebeğinizin ayağını gıdıklayın: genellikle bebeklerdeki espri anlayışının gelişmesini sağlayan ayaklarını gıdıklamak ilk adım olmaktadır. Anne bebeğinin ayak parmaklarından başlayarak çenesine kadar “geliyor “veya” seni yakalayacağım” oyunları oynamayı ihmal etmeyin. Genel olarak bu oyunlar bebeğinizin olabilecekleri tahmin etme becerisini oluşturan ilk adımdır.

Bebeğinize mutlaka şarkı söyleyin: yapılan araştırmalarda bebeğin dinlemiş olduğu müziğin ritmi, matematik öğrenme yetisi ile bağlantılı olduğu ortaya konmaktadır. Anne günlük yaptığı işleri bebeğine müzik eşliğinde anlatmalıdır.

Bebeğinizin bez değiştirme süresini mümkün olduğunca iyi değerlendirin: bebeğin altını oldukça yavaş değiştirin ve rutininizi anlatmak için neler yaptığınızı bebeğinize sakin bir şekilde anlatın.

Bebeğiniz ile Ce-e oyunu oynayın: bebeğiniz ile saklanma ve bulma oyunlarının yardımı ile objelerin önce kaybolup daha sonra geri geleceğini anlamasına yardımcı olur.

Bebeğinize değişik komik suratlar yapın: bebek annenin burnuna dokunduğunda bip sesi çıkarın, kafanıza vurduğunda ise değişik sesler çıkarın ve bu çıkardığınız sesleri 3-4 kez tekrarlayın.

Bebeğin kendi yemeği ile oynamasına izin verin: bebek hazır olduğunda yeni yemek tatlarını elleri ile yemesine izin verin.

Çevredeki her şeyi sayın: bebeğin el ve ayak parmaklarını, hatta oyuncakları bile sayın.

 

 

Bağımlılık

Bir maddenin belirgin bir etkiyi elde etmek için alınması sürecinde ortaya çıkan bedensel, ruhsal ya da sosyal sorunlara rağmen madde alımının devam etmesi; bırakma isteğine rağmen bırakılamaması, aynı etkiyi elde edebilmek için giderek madde miktarının artırılması ve maddeyi alma isteğinin durdurulamaması durumudur.

Madde ve Sanal Alışkanlıkların Beyin Üzerindeki Etkisi

Maddeler kimyevi uyarıcılardır. Sanal alışkanlıklar beyinde iç kimyevi madde salgılatarak, madde kullanımıyla aynı etkiyi sağlar. Beynin iletişim sisteminin içine girerek çalışır ve sinir hücrelerinin bilgiyi iletme, alma ve işleme tarzına müdahale eder.

Madde Kullanan Kişilerde İpucu Olabilecek Belirtiler

-Bulantı, gözlerde kanlanma

-Yeme bozuklukları, kilo kaybı

-Giysilerde ve nefeste madde kokusu

-Halsizlik, yorgunluk, dikkat eksikliği

-Aile ve sosyal çevre ile ilişkilerin zayıflaması

-Huzursuzluk, evde daha az vakit geçirme, yalnız kalma isteği

-Duygu durum bozuklukları

-Aşırı para harcama

-Uyku durumunda değişiklik

-Okul ve iş başarısında düşme

Bağımlılığın Nedenleri

-Biyolojik nedenler

-Sosyo-ekonomik sebepler

-Bireysel faktörler

Biyolojik Nedenler:

-Genetik yatkınlık (Alkol bağımlılarının çocuklarının da bağımlı olma riski diğerlerine göre 4 – 5 kat daha fazladır.)

-Maddenin pozitif pekiştirici etkisi (Maddenin verdiği keyif, kişide maddeyi tekrar kullanma isteği uyandırabilir.)

-Tolerans gelişimi (Maddenin kişide yarattığı etki azaldıkça doz arttırılmaya başlanır.)

-Maddeyi kullanmak için duyulan istek (içsel dürtüler)

Sosyo – Ekonomik Sebepler:

-Stresli aile hayatı veya disiplinsiz aile ortamı

-Arkadaş çevresi

-Bağımlı ile aynı ortamda yaşamak

-Alkol veya maddenin “kişiyi cesaretlendirdiği” düşüncesi

-“Bir kereden bir şey olmaz” düşüncesi

-Yetersiz bilgilendirme

Bireysel Faktörler:

-Özgüven eksikliği

-Heyecan arayışı

-Kendini ispatlama düşüncesi

-Toplum dışına itilmek

– Kişilik bozuklukları

içe kapanık1

İçe kapanık çocuklar, duygu ve düşüncelerini kolaylıkla başkalarıyla paylaşmazlar. Yeni durumlara zor uyum sağlarlar.

Arkadaş edinmede problem yaşarlar, grup oyunlarına katılmaktan zevk almazlar ve genellikle yalnız oynamayı tercih ederler. Güvensizlik hissettiklerinden bu çocukların güven duyguları güçlendirilmelidir. Yeterli ilgi ve sevgi gösterilmelidir. Kendini ifade etmeye özendirilmeleri gerekir. Genellikle bu özellikteki çocuklar, sessiz ve uslu olduklarından toplumca onaylanırlar. Bu durum çocuğun hoşuna gitmekte ve yetişkinlerin beğendiği bu kimliğe daha çok bürünmektedirler.

Son olarak, okul öncesi çağı adı verilen bu dönem, çocuğun en renkli, en hareketli dönemlerinden birisidir. Bu dönemde çocuk hızlı dil gelişimi etkisiyle konuşkan, cıvıl cıvıl, yaşam doludur.

children fight

Çocuklar bir kardeşlerinin olmasını isterler, ancak kardeş doğumu ile de yoğun bir kıskançlık yaşamaya ve anne babaları zorlamaya başlarlar. Önceleri sürekli kardeş isteyen bir çocuğun bu isteği gerçekleştikten sonra neden kardeşini kıskandığı, hatta ona düşman gibi davrandığını anlamak zor olmalı. Oysa bu çocukların süreklilik göstermeyen, değişken olan isteklerini yansıtan, dolayısıyla onların doğasıyla ilgili ipucu veren bir özellikleridir. Bu nedenle çocuk için diğer önemli kararlarda olduğu gibi kardeş isteğinin gerekliliğine de anne ve babanın karar vermesi gerekmektedir. Annenin beden ve ruh sağlığı, ailenin ekonomik gücü, doğacak çocuğun bakımına ilişkin sorumlulukların paylaşılması bu kararı belirleyecektir.

Kardeş kıskançlığına gelince; kıskançlık insanoğlunun en doğal, en evrensel duygularından birisidir. Kıskançlık sevilen kişinin başkasıyla paylaşılmasına katlanamamak olduğuna göre, sevginin bulunduğu her yere girer. Sevgililer arasında belirli bir ölçüyü aşmadığı sürece, sevgi gülünün dikeni sayılır. Ancak bu doğal duygu insanı kemiren bir tutku olmaya başlayınca, sevgiyi gözeten bir duygu olmaktan çıkar, sevgiyi yok eder. Çocuk için en değerli varlık anne olduğuna göre onu başkalarıyla paylaşmak kolay, dayanılır bir duygu değildir. Sevgilisini başkasının kolunda gören bir erkekle, annesini, kucağında “yabancı” bir çocukla gören kardeşin duyguları pek ayrılık göstermez. Anne sevgisini yitirme korkusu, daha yeni bir kardeş geleceğini öğrendiği anda içini sızlatmaya başlar.

Kardeş doğumu bu ve diğer nedenlerle çocuk için zorlayıcı bir yaşam olayıdır. Gebeliğin ve yeni doğan çocuğun annede oluşturduğu bedensel güçlükler ve yorgunluklar, çalışan annenin zamanının önemli bir bölümünü çocuk bakımına ayırması gibi nedenler eve gelen bu yabancı yüzündendir. Gelen çocuğun cinsiyetinin farklı olması, beceriksizliği, yoğun bir ilgi ve bakıma gereksinimi olması onun daha çok sevildiği şeklinde yorumlanmakta ve kıskançlık artmaktadır. Annenin yeni doğan bebekle birlikte oluşacak güçlüklerini hafifletebilmek için çocuğun kreşe verilmesi ya da odasının ayrılması gibi değişiklikler de bu duyguyu artıracak, yeni uyum sorunlarına neden olacaktır.

Çocukla kardeşi arasındaki yaş farkı ne kadar azsa kıskançlık o denli büyük olmaktadır. Henüz anneye gereksinimin sürdüğü 3 yaşından küçük çocuklarda anne ilgisinin azalması sonucu yeni kardeşe tepkisi büyük olacaktır. İkinci ya da üçüncü kardeşi kabullenme daha kolay olmaktadır.

Kardeş kıskançlığı doğal bir duygudur, sevgi ve kıskançlık-nefret ara ara yoğunlaşarak zaman içinde yoğunluğunu kaybeder. Kardeşini sevmek zorunda değildir. Olumsuz duygular anlayışla karşılanmalı ve bu duyguları belirtmesi yüreklendirilmelidir (beni de uğraştırıyor, ara sıra ben de kızıyorum, beceriksizliği yüzünden ona çok zaman harcıyorum, seni sevmediğimi düşünme, eskisi kadar seviyorum, ben de kardeşim doğduğunda kıskanmış, böyle düşünmüştüm). Anne-baba bebeği, çocuğun önünde gösterişli bir biçimde okşayıp sevmekten kaçınmalıdır.

Çocuklar eve gelen yabancıya farklı tutumlar sergileyebilir;

– Sevgi gösterilerinde bulunabilirler (annenin kendisinden tümüyle uzaklaşması için onun yanında yer alır.)

– Abartılı sevgi gösterileri (alttaki duyguları ele veren davranışlarla birliktedir; kardeşinin yanağını okşarken biraz fazla sıkar, ağlatacak ölçüde kucaklar, kaza ile yere düşürür).

– Etkilenmemiş gibi davranma (bebekle ilgili huysuzluklar, hırçınlıklar, tutturmalar, istediği yapılmadığında ağlama, tepinme).

ergen1

Ergenlik Nedir?
Ergenlik 13-18 yaşlarını kapsayan doğal bir gelişim dönemidir. Bu dönemde artık çocukluk çağı geride bırakılmaktadır. Ergenlikte fiziksel ve duygusal düzeyde pek çok değişiklik ortaya çıkar. Kızlar ve erkeklerin fizyolojileri birbirinden farklı olduğundan ergenlikte gerçekleşen fiziksel değişikliklerde birbirinden farklıdır. Vücudun belli bölgelerinde kıllanma, erkeklerde ses kalınlaşması, kızlarda ilk adet görme, hızlı boy artışları, ter bezlerinin yoğun çalışması ergenlik döneminde görülen fiziksel değişikliklere örnek verilebilir.

Ergenlik Sorunları Nelerdir?
Ergenlikte gerçekleşen değişiklikler sadece fiziksel özelliklerle sınırlı kalmaz. Duygusal ve düşünsel yönden de ergenler farklı ve yeni deneyimlerle karşılaşırlar. Sosyal yönden farklı roller üstlenmeye başlarlar. İlgi alanları ve arkadaş grupları değişir. Bazen bu değişiklikler çok kısa sürelerde ortaya çıkabilir. Ergenler çok sayıda değişikliğin yaşandığı bu geçiş döneminde bazı sorunlarla karşılaşabilirler. Aile bireyleri ya da arkadaşlarıyla bazı sorunlar yaşayabilirler. Duygularında veya bedenlerine gerçekleşen hızlı değişiklikler kafalarının karışmasına ve uyum zorluğu çekmelerine neden olabilir. Ergenlikte görülen sorunlardan bazıları şunlardır:

o Anne-babayla çatışma
o Arkadaş grubu problemleri
o Okul performansında azalma
o İçe kapanma, insanlardan uzaklaşma
o Utangaçlık, özgüven eksikliği
o Madde kötüye kullanımı
o Oyun ve internet bağımlılığı
o Bedeninden hoşnut olmama
o Sinirlilik, öfke
o Mutsuz ruh hali, bunaltı
o Endişe ve kaygılar

Gençlerle Grup Terapi
Ayrıntıları,amaçları işleyişi hakkında;
• Grup terapisi, ergenlerin kendilerini ifade edebilmeleri, paylaşımda bulunmaları ve duygusal dayanışma yaşamalarına olanak sağlayan bir psikoterapi ortam sunar.
• Terapi grubu ergenlerden oluşur
• Farklı yaş ve sosyal ortamlardan gelen ergenler psikoterapistlerin eşliğinde düşüncelerini, duygularını ve sorunlarını paylaşma fırsatı yakalarlar.
• Birbirlerinin deneyimlerini dinleyerek yeni şeyler öğrenebilir, kendi sorunlarına karşı farklı bakış açıları kazanabilirler.
• Grup birlikteliği ergenlere aidiyet ve sorumluluk duygusu kazandırır.
• Oldukları gibi kabul görmelerinin yanında, başkalarını da olduğu gibi kabul etmeyi öğrenirler.
• Grup psikoterapisi aynı zamanda bireysel psikoterapiyle karşılaştırıldığında daha ekonomik bir tedavi yaklaşımıdır.

erg